21 Mart 2012 Çarşamba

Konuşalım, olmadı koklaşalım ama yeter ki anlaşalım...

Onca iletişim kaynağımız varken iletişememek ne büyük bir sıkıntı. O yüzden özlüyorum eski zamanları. Sadece ev telefonlarının olduğu zamanları. Biri beni aramadığında meraktan tutuşmadığım, aramıyorsa vardır bir sebebi dediğim zamanları, telefon açılmıyorsa belli ki evde yok diyip telefonu huzurla kapattığım zamanları. Oysa şimdi bir sürü iletişim yolumuz var ama daha az iletişim kuruyoruz sevdiklerimizle. Uzun uzun konuşup dil dökmek istemediğinde atacağın tek bir mesaj, rahatlatacakken karşındakini bunu bile esirgiyoruz. 

Konuşmadan, söylemeden anlasın istiyoruz herkes her şeyi. Bunun da mümkün olduğu zamanlar var elbette ama o zamanlara gelebilmek için uzun uğraşlar vermek gerekiyor. Arkadaş ya da sevgili fark etmiyor, yaşanmışlıkların çoksa susarak da anlaşabiliyorsun. Ama daha yolun başındaysan bu ne yazık ki mümkün olmuyor. Konuşmak, anlatmak ve dinlemek gerekiyor ki anlayabilesin, tanıyabilesin. 

Konuşamadığında, duymak istediğin ses, beklediğin mesaj bir türlü gelmediğinde içini kaplayan o huzursuzluk nasıl da farklı yönlere götürüyor insanı. Galiba en berbat ruh hali, o huzursuz ruh hali. Mutsuz olmak, üzgün olmak bile daha iyi huzursuz olmaktan. Ne olduğunu bildiğin durumlarla mücadele etmek daha kolaydır çünkü. Ama bilmediğin, adlandıramadığın bir durum karşısında ne yapacağını bilemeden, salak salak yersin hem kendini hem karşındakini. Kendi kendine düşünür, cevaplar bulur, hükümler verirsin. Kurarsın, kurdukça öfkelenirsin ve paranoyaklaşırsın en sonunda da. Sorularla cevaplar birbirine girmiş bir halde kalıverirsin ayazda.

Kimilerimiz sırf konuşup rahatlamak, sıkıntılarımıza çözüm bulmak adına psikiyatristlere, psikologlara gidiyoruz, hem de üstüne bir dünya para verip gidiyoruz da yanıbaşımızdakilerle konuşmaktan çekiniyoruz. Konuşup yanlış anlaşılmaktan, konuşup kaybetmekten ya da hem kendimize hem de karşımızdakine güvenmediğimizden, duymak istemediğimiz cevaplardan korktuğumuzdan, tam olarak ne istediğimizi bilmediğimizden susuyoruz. Sustukça büyüyor hem içimizdekiler hem karşıya hissettirdiklerimiz. Sonra işler içinden çıkılmaz bir hale gelip, haklıyken haksız durumlara düşüyoruz. En başta konuşup çözebilecekken pek çok konuyu sırf şimdi değil daha sonra diye diye erteliyoruz, erteledikçe de içinden çıkılmaz haller alıyor mevzular.

Sonuç olarak da;  kadınlar vıdı vıdıcı, baskıcı, ısrarcı, anlayışsız; erkekler de kaçak, korkak, yüreksiz oluyor. Sonra da diyoruz ki; "bu ilişkiler niye böyle", "bu kadınların hepsi neden baskıcı", "bu erkekler neden hep kaçıyor". Oysa ki ne kadınlar baskıcı, ne de erkekler kaçıyor. Açık açık ifade etmek yerine düşüncelerimizi, isteklerimizi susuyoruz sadece. Konuşarak çözemediğimiz konuları, susarak çözebileceğimizi sanıyoruz belki de, konuşamadığımız için kaybettiğimiz tüm kayıplarımıza rağmen...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder