26 Ağustos 2012 Pazar

Bugünden geriye kalanlar...

Artık hiçbir şeye, hiç kimseye şaşırmam derken nasıl da şaşırtıyor hayat beni hala. Belki de hayatla dalga geçmeyi bilmediğimden şaşırıyorum hala her olan bitene.

Bazen şaşırıyorum kendime, onca hayal kırıklığına ve cebimdeki kazıklara rağmen insanları bu denli sevmeme. İnsan bir yerde "dur" demeli kendine, "yeter artık kendini herkes için paraladığın, hırpaladığın artık biraz da kendini düşün" demeli. Bilmeli belki biraz da olsa bencil olmayı, ben diyebilmeyi. Sevdiğim insanlar önemli ama ben de önemliyim diyebilmeyi.

Ben hiç bilmedim, bilemedim bencil olmayı. Ben hep önce sevdiklerim, sonra ben dedim. Ben hep mutlu etmeye çalıştım sevdiklerimi. Ben hep bütün kırgınlıklarıma rağmen kırmamaya özen gösterdim sevdiklerimi. Ama bugün uzun zamandır direndiğim kırılma noktasındayım galiba. Artık sevgimi herkese dağıtmayacağım bol keseden çünkü benim sevgim de en az onlar kadar değerli. Çünkü benim sevgim büyük tıpkı yüreğim gibi ve işte bu yüzden artık seçerek vereceğim ben de sevgimi sadece hakedenlere. İnsanları sevmekten vazgeçmeden zor da olsa öğreneceğim ben de "önce ben" demeyi.

Haydi bakalım kazam mübarek olsun! Bakalım sevgimi değerli kılmayı, kendimi üzmemeyi, ben demeyi ne kadar başarabileceğim. Önemli olan niyet etmek ve istemek başarmanın yarısıydı değil mi?

Ufak bir not: Resimdeki kız çocuğunu ilk görüşte sevmiştim ;)

19 Ağustos 2012 Pazar

Bayramlık...

Tastamam üç gün sonra bayram ve içimde ne bir heyecan ne de bir sevinç var. Oysa çocukken böyle miydi? Haftalar öncesinde başlardı evlerde bayram havası. Her evde dip köşe bayram temizliği yapılır, bayram alışverişlerine çıkılırdı maaile. Evin çocuklarına bayramlık yepyeni ciciler, misafirlere çikolatalar, kapıya gelen mahalle çocuklarına rengarenk şekerler alınırdı. Annem günler öncesinden başlardı zeytinyağlı dolmalarını sarmaya, böreklerini yapmaya. Bayramlıklarımın alındığı gün itibariyle her sabah "anne bugün bayram mı?" diye kalkardım yataktan başucumda bekleyen bayramlıklarımı giyebilmek için...

Büyüklerin elleri öpülür, küçüklerle kucaklaşılırdı "kardeş" gibi. Küsler barışmak için bayramı fırsat bilirlerdi anlamsız dargınlıklarını bitirmek için. Büyükler ziyaret edilirdi sırasıyla, ne çok kapımız vardı o zaman gidecek;  Rıfat Dedeler, Rafet Dedeler, Hayriye Yengeler, Gungunalar, Enimamalar, Emecikler (ablamın küçükken dili dönmediği için becerebildiğince söylediği isimler büyüyünce de devam ettiler kullanılmaya)... Çoğu da içerisinde sefasını sürdüğümüz ve bize çocukluğumuzu doyasıya yaşatan ağaçları barındıran bahçeli evlerdi, şimdiki gibi beton yığını değildi o zaman Ankara. 

Eve döndüğümüzde ablamla topladığımız şekerleri, harçlıkları sayardık, kimin daha çok diye. Mendil içinde verilirdi harçlıklar eski bayramlarda. Her biri birbirinden güzel nakışlarla süslenmiş, senin için hazırlanmış bembeyaz mendiller... En çok da, artık sadece market alışverişinden dönerken rastladığımız, Canan Teyze verirdi mendillerimizi.

Sevdiklerinle bir araya gelmek için fırsat olarak görülen bayramlar artık şehirden kaçmak için yolu gözlenen tatillere dönüştü. Aylar öncesinden planlar yapılır oldu bayramda gidilecek tatiller için. Artık bayram demek tatil demek ve artık laf olsun diye kutlanıyor bayramlar maillerde ve sms mesajlarında. Kayıtlı olan isimleri seçerek biraz da mecburiyetten yazıyoruz tebrik mesajlarını. Kapısını çalıp da elini öpeceğimiz, sarılacağımız kaç kişi kaldı ki? Artık telefon rehberlerinde ve mail listelerinde kayıtlı birer isimiz sadece ve bu bayram da kendi kendimize yenecek belki de bayram için aldığımız şekerlerimiz...

Hepinize şeker tadında bir bayram diliyorum...


Bir de ben çocukken bayram demek Barış Manço demekti. Her bayram sabahı onun şarkısını dinleyerek hazırlardık kahvaltı sofrasını...






17 Ağustos 2012 Cuma

Boncuğuma...

Sanırım ilk defa senden ayrı kalacağım bu günde. O yüzden içim buruk biraz. Ama beni anladığını biliyorum. Küçük kızın mutsuz bugünlerde. Mutsuz ve umutsuz. O yüzden biraz nefes almaya ihtiyacı var. 

Ben her ne kadar sana yansıtmamaya çalışsam da biliyorum benim bütün üzüntülerimi, sıkıntılarımı yüreğinde hissettiğini ve benden çok üzüldüğünü. Ama sen de en az benim kadar iyi bir oyuncusun. Sen de bana belli etmiyorsun hiç endişelerini, üzüntülerini. Ama biliyorum bu günleri de atlatacağım, biliyorum ve inanıyorum. O yüzden sen sakın çok üzülme boncuğum. 

Her zaman gülmeni, mutlu olmanı ve tabii en önemlisi sağlıklı olmanı istiyorum. Çünkü sen iyi olduğunda ben zaten iyi oluyorum. İçimin huzuru, senin huzuruna göbekten bağlı :)

Eve geldiğimizde "geldiniz mi" diye sormana

Ne yemek var diye sorduğumuzda "aç dolabı bak" diye cevap vermene

İzlediğin kanalı değiştirdiğimizde küsüp salona gitmene

"Dışarıdan bir şey ister misin?" diye sorduğumuzda her zaman isteyecek bir şey bulmana

Kedine olan aşkın yüzünden yıllardır şehir dışına çıkmamana

Babamla sürekli didişicek bir şeyler bulmana

Japon bebeleri gibi yerde oturmana

Tansaş'a "Tanşaş" demene

Ketçap'a "Kepçap" demene

Ama en çok da sana bayılıyorum canım boncuğum...

Anneler günün kutlu olsun ama unutma sakın ben seni sadece bugün değil her gün çok seviyorum boncuğum. Eve geldiğimde sana sarılıp, kokunu içime çekerek öptüğümde ne varsa kötü olan alıp götürüyorsun. O yüzden sakın beni bırakma. 



15 Ağustos 2012 Çarşamba

Dikkat hırsız var!..


Milletçe alışmışız hazıra konmaya. Birileri yapsın biz sebeplenelim hiç düşünmeden, hiç uğraşmadan ve hiç emek vermeden. Nasılsa birileri düşünüyor, uğraşıyor ve emek veriyor ne gereği var ki değil mi? 

Dün daha önce yazmış olduğum bir yazıma resim eklemek için Google'da gezinirken yazımın bir kaç yerde birden olduğunu fark ettim. Blog sahipleri ne bir alıntı ibaresi, ne bir link paylaşımı olmadan sanki kendi yazılarıymış gibi yayınlamışlar bir güzel. "Vay anasını ben neymişim, yazımı ne çok (ç)alan olmuş" dedim ama öfkem ve kızgınlığım daha büyük oldu. İlgili yerlere telefon ettim, mail yazdım ama bir sonuç alabileceğime olan inancım da çok düşük ne yazık ki. Çünkü ne yazık ki, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" zihniyeti her yerde herkese hakim olmuş durumda. 

Bir tanesi Habertürk'e ait blog sitesinde diğeri de sosyalx diye bir yerde. Bir kaç farklı yere daha yüklenip kaldırılmış. Habertürk hukuk servisinden görüştüğüm avukat hanım yazının kaldırılması için bilgi işlem servisiyle görüştüğünü söyledi ama henüz kalktığı falan yok. Bakalım sözlerini tutacaklar mı? Bakalım duyarlı davranacaklar mı? Yazımı çalan şahıs da benim "emek hırsızı"sınız yorumuma istinaden bir açıklama yapmış kendince, diğer yorumları gizleyerek. Yazının alıntı olduğunu söylemiş de nereden, kimden olduğu hala belli değil. Hala ne bir özür ne bir telafi durumu var. Hoş, emek hırsızlığının bir telafisi de olmaz ya. Blog arkadaşları koyduğu kategoriden bilirmiş hangi yazı onun hangileri alıntı. Alıntı ama nereden ve kimden meçhul!!! 

Bir kere insanlar arasında verilmiş sessiz sözler, tutulması gereken kurallar vardır hayatta olduğu kadar sanal hayatta da geçerli olan. Bir alıntı yapıyorsan tırnak içinde yazacağın, link vererek o bağlantıya yönlendirme yapacağın gibi. Beğendiğin yazıdan bir paragrafı tırnak içinde paylaşır devamı için de link koyarsın. Bunu bilmek için de alim olmaya lüzum yok sevgili bayan; 



(Şimdi buraya linkleri eklerken gördüm ki sosyalx deki yazım kaldırılmış. Darısı diğerinin başına diyorum.)

Konuyla ilgili ne yapabilirim diye avukat arkadaşlarımla konuştuğumda "müseccel marka" olmadığım için dava açsam da bir sonuç alamayacağımı söylediler. Şaşırmadım aslında bu duruma trafikte bir canı yok edene 6 ay gibi komik bir ceza verilen adalet sisteminde benim bir yazım için kim uğraşsın da bir hüküm versin, emek hırsızlığının önüne geçmek için bir yaptırım uygulasın. Üstelik müseccel bir marka bile değilim, kendi halinde bir şeyler yazan sıradan sade ve sadece bir vatandaşım.

Peki ben niye bu kadar taktım bu konuya? Çünkü ben haklarımı korumak konusunda biraz fazla hassasım galiba. Eğer ben kimsenin hakkını yemiyorsam, kimsenin emeğini sahiplenmiyorsam herkesten de bunu bekliyorum. Ben yaptığım her işi layığıyla yapmaya özen gösteriyorsam herkesten de aynı özeni bekliyorum ve sanırım bu yeni düzende çok şey bekliyorum. Ama olsun ben beklemeye devam edeceğim tıpkı hiç bıkmadan, usanmadan hakkımı aramaya ve korumaya devam edeceğim gibi...


13 Ağustos 2012 Pazartesi

Yaşlanmamış bir yalnızlık...

Korkuyorum. Evet, itiraf ediyorum ben yaşlanmaktan korkuyorum. Aslında korktuğum yaşlanmak değil de yaşlandığımda yalnız kalmak galiba. Yalnızlıktan kastım bir "sevdiğinin" olmaması değil, yanında yamacında sevdiklerinin olmaması. Bir sevdiğin olursa elbette tadından yenmez ama sevdiğin değil sevdiklerin de olabilir yalnızlığını paylaştığın, ekmeğine katık yaptığın...

Bir kaç sene evvel ablamla birlikte tekerlekli sandalyedeki bir amcaya  yokuş çıkması için yardım ettiğimizde içime dokunmuştu "yaşlılık"taki yalnızlık ilk kez. Bir de dün güya sahibi olan zavallı bir köpeğin içler acısı halini gördüğümde dokundu içime. Bir insan ya da bir hayvan olman değiştirmiyor gerçekleri. Hayat nefes alan her canlı için zor. Adalet sistemi her canlı için işliyor. Adaletsizlik bizleri vurduğu gibi onları da vuruyor işte. Benim de bir kedim var mesela, oldukça yaşlı olan ama bir evi ve onu seven bir ailesi olduğu için yaşlılığını olabildiğince rahat geçiren. Oysa dün gördüğüm zavallı köpek bir "sözde" sahibi olmasına rağmen sokakta yürümekte zorlanarak ve aç dolaşıyordu tıpkı tekerlekli sandalyedeki o amca gibi. O amcanın da "kimsen yok mu?" soruma "olmaz olsun" dediği "sözde" evlatları vardı onu bir huzurevine atıp giden, bunları söylerken gözlerinin dolmasına sebep olan ve ona aldığım yemek için bana teşekkür ederken benim ağlamama sebep olan...

Ne fark var arada? Birinin yıllarca bakıp büyüttüğü evlatları birinin de yıllarca yoldaşlık ettiği bir sahibi var yaşlılığında onları yalnızlığa terk eden. Yalnızlık her zaman zor, her zaman yürek yakıcı ama en çok da yaşlılıkta, elden ayaktan düştüğünde zor. Zor işte yaşlılık insan da olsan hayvan da olsan eğer bir yoldaşın, bir sahip çıkanın yoksa iyice zor. Gençliğinde edindiğin tecrübeler, paran pulun da bir işe yaramıyor paylaşacağın biri yoksa bu yaşlılık denen süreçte. Biri olması da yetmiyor elbette, "biri" olmasından çok "hayırlı biri" olması gerekiyor hayatındakilerin. İyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta diye edilen sessiz yeminleri tutacak birileri olmalı...

Sadece iyi ve sağlıklı günlerinizde değil, her zaman yanınızda olacak "hayırlı" insanlarla karşılaşmanız ve birlikte yaş(l)a(n)manız dileğiyle...

5 Ağustos 2012 Pazar

İyi ki doğmuşum, iyi ki varsınız...


Yıllar önce vazgeçmiştim doğum günlerimi kutlamaktan yine böyle bir pazar günü. Sebebi sadece yaşlanmak olsaydı keşke ama değil… Beni tanıyanlar bilir gerçek sebebini, bilenler bilmeyenlere anlatabilirler : ) Ama ailem ve dostlarım benden daha inatçı çıktılar ve onların sayesinde tekrar keyif almaya başladım 5 Ağustos’lardan. Aklıma geliyor elbette yaşadıklarım ama beni üzmesine, keyfimi kaçırmasına izin vermiyorum eskisi gibi. Büyüdükçe öğreniyorum geçmişin bugünümü etkilemesine izin vermemeyi. Öğreniyorum dediğime göre hala yeterince büyümemişim demek ki… Doğan görünümlü Şahin gibiyim maşallah :) 27 görünümlü 37’lik!!! 


37 yıla pek çok şey sığdırdım elbette iyisiyle kötüsüyle. Kazançlarım da var kayıplarım da. Bir de bunlardan öğrendiklerim var elbette. Mesela; hayatın garantisinin olmadığını, hayatın bir günde hatta bir saatte değişebileceğini o yüzden “an”ı yaşamak gerektiğini, aşkın acı da verse en güzel duygu olduğunu ve mutlaka yaşanması gerektiğini, paranın araç olduğu günlerin amaç olduğu günlere göre çok daha keyifli olduğunu, insanların gün geçtikçe daha bencil olduğunu ve bunu yapamıyorsan üzülmeye devam edeceğini, kimseyi değiştirmenin mümkün olmadığını o yüzden insanları olduğu gibi kabul etmen gerektiğini, beklentilerini minimumda tuttuğunda maksimum mutluluğu yakalayabildiğini, hayatın paylaştıkça güzelleştiğini, ihtiyacı olanlara yardım etmenin verdiği iç huzurunu hiçbir yerde ve hiçbir şeyde bulamayacağını ve sağlığın -ne kadar zengin olursan ol- satın alınamayacağını öğrendim. Ama en önemlisi de hayatımdaki insanların benim en büyük zenginliğim olduğunu öğrendim… 

Bugüne kadar yaptığım en iyi şeyin insan biriktirmek olduğunu her fırsatta söyledim, söylemekten de vazgeçmeyeceğim. Bunu hem zor günlerimde hem de iyi günlerimde çok daha iyi anlıyorum tıpkı bugün gibi... 

Öncelikle;

Ne olursa olsun doğru bildiğim yoldan gitmeyi ve dik durmayı öğreten anneme ve babama, 

Benimle aynı kaderi ( inanıyorum bir gün değişecek bu kader ) paylaşan ve  manevi gücünü her zaman hissettiğim hayata birlikte kafa tuttuğum ablama, 

Bugünümü ve her günümü güzel kılmak için uğraşan, her zaman yanımda olan tüm dostlarıma ve arkadaşlarıma,

Hayatıma giren, yüreğime dokunan herkese,

Ve aldığı tüm darbelere, yaşadığı tüm hayal kırıklıklarına ve kayıplara rağmen benim güçlü kadın olma savaşımda beni asla yalnız bırakmayan ve inadından vazgeçmeyen içimdeki kız çocuğuna çok teşekkür ediyorum. 

Hepiniz iyi ki varsınız ve iyi ki benimlesiniz… Sizleri seviyorum...

Gereksiz not: İnsan yaşlandıkça sahiden de bir duygusallaşıyor haberiniz olsun gençler ;)