28 Haziran 2012 Perşembe

Mutlu muyum ne ;)

Nihayet yazmak için bir vakit bulabildim :) Bildiğiniz üzere bu hafta itibariyle yeni işime başladım. Buradaki temponun yoğun olacağını tahmin ediyordum ama bu kadarını beklemiyordum açıkçası :) Şikayetçi olduğumu düşünmeyin sakın aksine çok memnunum. Beni tanıyanlar bilirler boş oturmaktan ne kadar mutsuz olduğumu. Boş oturmak, iş yapmamak beni mutsuz etmenin yanı sıra özgüvenimi yitirmeme de neden olmuştur her zaman. Ne iş yapıyorsun diye sorulduğunda "bütün gün oturuyorum" demek oturmaktan daha yorucu gelir bünyeme. Arkadaşlarım, dostlarım işe başladığımdan beri aradıklarında "çok işim var sonra konuşalım mı ya da hala çalışıyorum" dediğimde gecenin bir vakti "hala çalışıyorsun ama sesin çok iyi geliyor, demek ki mutlusun" diyebiliyorlar rahatlıkla. Sizlerle konuşma şansımız yok belki ama yazımdaki enerjiden anlayabilirsiniz gerçekten mutlu olduğumu. O yüzden şimdi sosyal hayatımın azalmasına, sevdiklerime daha az zaman ayırmama, sizlere daha az yazıyor olmama rağmen memnunum bu yoğunluktan çünkü buna çok ihtiyacım vardı.

Tek endişem daha az yazdığım zaman sizleri kaybetmek. Umarım beni yalnız bırakmazsınız bu süreçte. Huysuz Kızın kaybetmek gibi bir korkusu olduğunu daha önceki yazılarından da anlamışsınızdır. Sevdiği insanları kaybetmeye tahammülü yok bu kızın. İster ki sevdiği, değer verdiği herkes hayatında olsun, hep olsun... Bu geçiş ve adaptasyon sürecinde yanımda olacağınızı ve anlayış göstereceğinizi umuyorum hatta ummaktan öte istiyorum. Hazır istemekten laf açılmışken bir de yazamadığım zamanlarda beni yazmam için sıkıştırmanızı istiyorum sizlerden :) Çok şey mi istiyorum sizlerden bilemiyorum ama istiyorum işte :) 

Özellikle son dönem sürekli sıkıntılarımla ilgili yazılar yazıp sizleri de kendi dertlerime ortak ettiğimi biliyorum o yüzden şimdi de mutluluğuma ortak olmanızı ve keyfimin yerinde olduğunu bilmenizi istiyorum. Son aylarda hiç olmadığım kadar iyi hissediyorum kendimi. Güzel bir şeyler olmasına ihtiyacım var adlı yazımı hatırlarsanız orada bahsettiğim şey tam da buydu işte. Ama bir de güzel bir aşk gelip çalarsa kapımı ona da hayır demem vallahi ;)

Bir yazı içerisinde bir sürü "istiyorum" kelimesi kullandığımın farkındayım ama olsun sizlerin yanımda olduğunu bilmenin benim için ne kadar önemli olduğunu bilin istedim :) 

Not: Şu anda saat 22.00 ve ben hala çalışıyorum ;)


Böyleyken


Böyle oldum ;)



25 Haziran 2012 Pazartesi

Geçti gitti, unuttum bile ;)

Bir şeyler yaşıyoruz, bitiyor ve adına "geçmiş" diyoruz. Geçmiş diyoruz da gerçekten geçiyor mu acaba? Sorsak hepimizin "geçmiş" bir hikayesi vardır mutlaka. Geçmiş dediğimiz ama aslında bir türlü geçmeyen bir hikayedir bu. "Geçti, çok gerilerde kaldı" deriz de aslında dün gibidir. Gölgen gibi takip eder seni, yanından geçip gitmene izin vermez bir türlü.

Neden adı gibi geçmiş olmuyor, geçmişte kalmıyor? Neden her geçmiş, bugünü etkiliyor? Biz mi geçmesine izin vermiyoruz yoksa o mu yakamızı bırakmıyor? Bir yandan geçsin isteriz, bir yandan da sıkı sıkıya sarılırız gitmesin diye. Kimimiz yerine bir "yeni"sini koyamadığımızdan, kimimiz de içimizde bitiremediğimizden bırakamayız "geçmiş"imizi. "Şu geçmiş bir türlü yakamı bırakmıyor" deriz de bırakmasına izin vermeyiz nedense. Annesinin paçasına yapışan çocuk gibi yapışırız sımsıkı, geçerse bitecekmişiz gibi, içimizde oluşacak boşluk hiç dolmayacakmış gibi...

Önce -di'li gemiş olur, sonra -miş'li geçmiş olur ama hep sızlar, hep kanatır. Mutlu olmayı, yeniden ayağa kalkmayı beceremezsen, kafanı hep mutlu olduğun yere (geçmişine) çevirirsin. Bir zamanlar canını yakan tüm anılar, tutunduğun tek dalın olur. Dokunamayacak kadar uzağında da olsalar, içini bir onlar ısıtır en mutsuz, en çaresiz olduğun zamanlarda. Böyle zamanlarda mutlu ettiği düşünülse de çoğunlukla sıkıntı verir, acı verir her "geçmiş". 

Bazı anılar da bu yüzden acı vermez mi zaten? Akıla gelen ya da sana hatırlatılan anından daha mutsuzsan şimdilerde o anı canını yakar, ruhunu daraltır, sinirini bozar "neden şimdi mutlu değilim?" diye düşünür durursun. 

Gelecekle arandaki en kötü köprüdür "geçmiş". Ruhunu kurtaramazsan "geçmiş"inden her gün bir adım daha uzaklaşırsın geleceğinden, mutluluğundan... Önce sen bir adım at, o anlayacak ve uzaklaşacaktır senden, geleceğinden... 

"Geçmiş"ini yok saymayacaksın elbette, çünkü seni sen yapanlardan biri de yaşadığın o "geçmiş"... Yapman gereken geleceğinle arana girmesine izin vermemek...

Unutma her ne yaşadıysan yaşandı ve bitti şimdi sıra onu unutmakta!..

22 Haziran 2012 Cuma

Sanal Dünyamın Gerçek İnsanları...

Bundan iki yazı önce "siz olsanız hangisini seçersiniz?" başlıklı yazımda iş hayatımla ilgili almak zorunda olduğum bir karardan bahsetmiştim sizlere. Kararımı gitmekten yana kullandığımı belirtmek isterim, bakalım yeni maceram ne kadar sürecek ve neler getirecek bana. Bunu da hep birlikte  yaşayıp göreceğiz ;) Ha bu arada yeri gelmişken belirtmeliyim ki her gün düzenli olarak blogumu ziyaret eden, beni yalnız bırakmayanlarınızdan hiç yorum gelmemiş olması beni biraz üzdü :( Çünkü ben bu blogda yazmaya başladığımdan beri ne yaşıyorsam ilk sizlerle paylaşıyorum ve sizlerle hiç tanışmıyor olmamıza rağmen hepinizi seviyor ve fikirlerinizi önemsiyorum. O yüzden lütfen yorumlarınızı, fikirlerinizi esirgemeyin benden.  

İnsanları sevmek için, arada bir bağ kurmak için illa da görmek gerektiğini düşünmüyorum ve bunun en güzel örneklerini yaşıyorum hem sizlerle hem de Twitter'daki dostlarımla. Bir süredir bu iş meselesi yüzünden moralim düşük, keyfim bozuk ya bana moral vermek için o kadar çok uğraşan arkadaşım var ki kim olduğunu dahi bilmediğim. Hatta öyle ki aralarında iş bulabilmek için uğraşmak isteyenler var üstelik farklı şehirlerde olmalarına rağmen. Bu o kadar güzel ve özel bir duygu ki, tarifi de çok mümkün değil aslında. Ben ki her şeyi, her durumu kelimelere dökebilirim ama bu durumu anlatacak doğru kelimeleri bulamıyorum. Ama şunu söyleyebilirim; hani çok güvendiğin ve inandığın insanlar vardır ya onlar için elinden geleni yaptığın hatta bazen fazlasını yapmak için uğraştığın işte o insanlar nedense senin zor günlerinde olmazlar yanında. Bazıları yanında olmayı bırak kaçarlar senden bir talebin olur düşüncesiyle. Çünkü o kadar değişti ve bozuldu ki insanlar ve ilişkiler herkes korkar, kaçar oldu en yakınından bile "benden bir şeyler ister" düşüncesiyle. Güvenilecek birini bulmak neredeyse karaborsaya düşecek. 

İşte gerçek hayattaki durum böyle olduğu için sanal dünya dediğimiz yerde buluştuğun ve hiç tanımadığın, adını bilmediğin, neye benzediğini bilmediğin insanların senin için bir şeyler yapıyor olması, bunun için uğraşması paha biçilemez bir duygu.

İyi ki çok sevgili dostumun sözünü dinleyip bu blogu açmışım ve yine iyi bir başka arkadaşımın sözünü dinleyip Twitter'da hesap açmışım yoksa sizin gibi güzel yürekli insanların varlığından haberdar olamayacaktım.

Yanımda olduğunuz için, yazılarımı okuyup yorumlarınızla bana destek olduğunuz için, attığım saçma sapan tweetlere katlandığınız ve beni her zaman yüreklendirdiğiniz için hepinize sonsuz teşekkürler... Kurduğumuz bu bağın hiç bir zaman bozulmaması umuduyla...

O güzel yüreklerinizdeki umutlar ve yaşama sevinciniz hiç bitmesin...

Ne mutlu bana ki mutluluk ağacımda ailemden, dostlarımdan sonra siz dostlarımın da meyveleri var artık..

Sevgiyle...

20 Haziran 2012 Çarşamba

ALdatı-ALdanı...

Yine dostlarla keyifli bir akşamdayken konu döndü dolaştı ilişkilere ve aldatmaya geldi. İçimizde aldatanlar da vardı aldatılanlar da. "Bir ilişkide taraflar neden birbirlerini aldatırlar" dedik ve başladık hem kendi deneyimlerimizden hem de çevremizde şahit olduklarımızdan yola çıkarak sebepleri (bahaneleri) sıralamaya. Eskiden olsa soru genelde "erkekler neden aldatır?" olurdu oysa şimdi kadınlar da aldattığı için soru değişti, cevaplar çoğaldı.

Belki yüzdeye vurursak olayı, erkelerin aldatma oranı daha çoktur ama internette okuduğum haberlere göre kadınların aldatma oranı da hızla artıyormuş. Bir prezervatif firmasının 1004 kişi üzerinde yaptığı araştırmaya göre Türk erkeklerinin dörtte birinden fazlası çok eşliymiş, kadınların da yüzde on biri partnerlerini aldatıyormuş. Bu oranların gittikçe de çoğalıyor olması çok da şaşırtıcı değil aslında sanal dünyanın da işin içine girdiğini düşünürsek.

Bu aldatma işini evliler-bekarlar ve kadınlar-erkekler olarak ayırmak gerekiyor aslında. Çünkü her birinin kendine has sebepleri (bahaneleri) var konuşulanlara, yaşananlara ve okuduklarımıza bakılırsa. Tabii bir de çoğunluğun hemfikir olduğu genel sebepler (bahaneler) var. İşte bizim konuşmada öne çıkan genel sebepler (bahaneler);

Erkekler,
  • Evlendikten sonra aşk bittiği ve ilişki monotonlaştığı için 
  • Erken yaşta evlenen erkeklerin gözleri sonradan açıldığı için
  • Kadın doğum yaptıktan sonra erkek karısını "anne" gibi görmeye başladığı ve çocuğunun annesine dokunmaya kıyamadığı için
  • Kadınlar sürekli dırdır yaparak karşısındaki erkeği bezdirdiği için
  • Değişik insanlarla olmayı merak ettikleri, değişiklik aradıkları için
  • Kadınlar aşırı ilgi gösterdiği için
  • Belli bir ekonomik seviyeye geldiklerinde şişen egolarını tatmin etmek için
  • Bağlanmaktan korktukları için
  • Doğaları tek eşliliğe uygun olmadığı için
Kadınlar,
  • Partneri tarafından aldatıldıysa intikam almak istediği için
  • Halledilemeyen her sorun kadını partnerinden uzaklaştırdığı için
  • Bedenlerini sonradan keşfettikleri ve bugüne kadar yaşadıklarının aslında hiç de tatmin edici olmadığını anladıkları için
  • Erkekler ilişki başladıktan sonra ilgi göstermekten vazgeçtikleri zaman hem duygusal hem de fiziksel açlıklarını gidermek için
  • İş hayatına adım atmasıyla birlikte ev dışındaki hayatın farkına vardıkları için
aldatırmış partnerlerini. 

Bir de hem kadınlar hem erkekler için geçerli olan sebepler (bahaneler) var;
  • Evlendikten sonra taraflar kendilerine özen göstermeyi bıraktıkları için
  • İlişki başladıktan sonra tarafların kendilerini "sahip" gibi görmeye başladıkları için
  • Çiftler arasında düzenli ve sağlıklı bir cinsel hayat olmadığı için 
  • Kişilerin özgüveni zedelendiği için
  • Taraflar arasındaki "saygı" bittiği için
  • Aşırıya kaçan kıskançlıklar yüzünden
  • Ekonomik sebepler yüzünden partnerler arasında yaşanan gerginlikler yüzünden
Adına sebep ya da bahane dediğimiz durumlar hiç bitmez hatta çoğalır, insan yeter ki aldatmayı kafasına koysun. İnsan keşke aldatmak için bahaneler bulmak yerine, onu bu bahaneleri bulmaya iten yaralı ilişkisinin gerçeklerini görmeye çalışsa. Belki o zaman çok geç olmadan tamir edebilir açılan yaraları ya da gidebilir bahaneler olmadan istediklerini yapabileceği bir hayata. 

Peki kaç kişi partnerini aldattığını düşünürken aslında kendini aldattığının farkında acaba?

18 Haziran 2012 Pazartesi

#Kimistemezki...

Cumartesi günü Twitter'daki #Kimistemezki Hashtag'ini görünce o kadar çok şey geldi ki aklıma ben de hepsini tek tek yazmak yerine bir seferde yazayım bitsin dedim. 

Bir nefeste aklıma gelenleri de aşağıya sıraladım işte :)

Aslında yazacak çok şey vardı ama bunlar yeter şimdilik ;)





#Kimistemezki istediği gibi bir hayatı yaşamayı
#Kimistemezki iyi bir iş yerinde keyifle çalışmayı
#Kimistemezki emeğinin karşılığını almayı
#Kimistemezki milyoner olmayı
#Kimistemezki her sene bir ay deniz-kum-güneş eller havaya yapmayı
#Kimistemezki istediği insana anında ulaşabilmeyi
#Kimistemezki her sabah işe gülerek gitmeyi
#Kimistemezki savaşların olmadığı, insanların ölmediği bir dünyada yaşamayı
#Kimistemezki ihtiyacı olanlara yardım edebilecek güçte olmayı
#Kimistemezki yalanın, iki yüzlülüğün olmadığı bir dünyada yaşamayı
#Kimistemezki istediği zaman kısa, istediği zaman uzun saçlı olmayı
#Kimistemezki evinin, arabasının hatta bankada parasının olmasını
#Kimistemezki sevdiklerini sonsuzluğa uğurlamamayı
#Kimistemezki her zaman gülmeyi, mutlu olmayı, huzurlu olmayı
#Kimistemezki başını yastığa koyduğunda hemen uykuya dalmayı
#Kimistemezki hep güzel rüyalar görmeyi
#Kimistemezki canının hiç yanmamasını
#Kimistemezki yüreğinde hep aşkla yaşamayı
#Kimistemezki hatalarından ders alıp, hayatını yeniden, sil baştan yaşamayı
#Kimistemezki hep formda ve sağlıklı olmayı
#Kimistemezki aynı hatayı iki kere yapmamayı
#Kimistemezki canını yakanları hemen unutmayı
#Kimistemezki pişman olmamayı, keşke dememeyi
#Kimistemezki her sabah sevdiğinin kollarında uyanmayı
#Kimistemezki zamanın biraz daha yavaş geçmesini
#Kimistemezki sevdiklerinden kazık yememeyi
#Kimistemezki üzülmemeyi, kırılmamayı, kızmamayı 
#Kimistemezki sevdiğiyle bir ömür mutlu olmayı


15 Haziran 2012 Cuma

Siz olsanız hangisini seçersiniz?

Bugün gene ruhumla bedenim ayrı yollarda. Bir karar vermem gerek ve ben çok zorlanıyorum. Bir süredir iş aradığımı artık sizler de biliyorsunuz. Aslında her gün gidip geldiğim, arada bir şeyler yaptığım bir işim var fakat ne kadrom var ne de iyi bir maaşım. Piyasanın kötü olmasını geçiyorum burada maaşlar gerçekten çok ama çok düşük. O yüzden kadrom yapılsa da maaşın değişeceğini hiç zannetmiyorum. Bir de buraya başlarken yöneticimle yaptığımız anlaşma dışında işler de talep edilmeye başlayınca ben iyice soğudum sanırım buradan. Yönetici asistanı olduğum için farklı işlere hiç bakmadım da ilgilenmedim de. Ben bugüne kadar hep birebir çalıştığım için ve böyle çalışan yönetici sayısı özellikle Ankara'da az olduğu için ne yazık ki istediğim gibi bir iş bulmam gerçekten çok zor. Parasal mevzuyu hiç hesaba katmıyorum bile :) 

Şimdi hal böyle olunca gelen bir iş teklifini düşünüyorum son bir haftadır. Yakın bir arkadaşımın, ağırlıklı olarak kongre organizasyonları yapan bir organizasyon firması var. Dönem dönem de hep "neden bizim sektörü düşünmüyorsun" diye de sorar ben de "bilmediğim bir sektöre girip risk almak istemiyorum" diye yanıtlarım kendisini. Yedi ay öncesine kadar da işimden memnun olduğum için başka bir sektöre geçmeyi bırakın başka bir yere geçmeyi bile düşünmüyordum. Ama şimdi işler değişti. O arkadaşımdan bana gene teklif var ve ben bu sefer "denemeye değer" dedim. Dedim demesine de bunu buradaki yöneticime nasıl söyleyeceğim konusunda kıvranıp duruyorum bir haftadır. Kendisine beni burada biraz sahipsiz bıraktığı için kırgın olmama rağmen kıvranıyorum üstelik. 

Bu arada ne yazık ki oranın verdiği ücret de burada aldığımdan çok da farklı olmayacak. Çünkü burası evime 10 dakika yürüme mesafesinde orası bir hayli uzak. Epey bir yürüyüş mesafesi alıp bir toplu taşım aracına binmem gerekecek. Dolayısıyla aradaki farkın bir kısmı yola gidecek. 

Şimdi önümde iki tane yol var; ya kadromu yaptırıp burada kalacağım, çok da hoşuma gitmeyen işleri de yaparken dört koldan iş aramaya devam edeceğim ya da diğer tarafa gidip yeni bir maceraya atılacağım. Bu kadar kararsız kalmamın sebebi "işte istediğim iş bu" diyemediğim için aslında. Konuyu bilen bazı yakınlarım burada mutsuz olduğumu bildikleri için "hiç durma git, yeni iş yeni heyecanlar getirir, moralin yerine gelir, olmazsa da iş aramaya devam edersin" diyorlar. Ben de öyle düşünüyorum aslında ama sanırım çok yoruldum ve sıkıldım bu süreçten. 

Hadi bana fikirlerinizi söyleyerek yardımcı olun, çünkü bu işi bugün bitirmem gerekiyor...

13 Haziran 2012 Çarşamba

Think Pink ;)

Ben bu aralar fazla depresif, fazla umutsuz ve mutsuz olduğumdan yazdığım yazılar da attığım tweetler de olumsuz ifadeler içeriyor çoğunlukla. Çözemedim ya şu iş meselesini bütün hayatıma yansıyor olumsuzluklar haliyle. Ha bir de tabii özlediğim var :) Her ne kadar moralimi yüksek tutmaya çalışsam da beceremediğim zamanlar oluyor işte. Dün de böyle umutsuz ve mutsuz tweetler atarken ben bir tweetdaşım bana "önce olumsuzları kaldırın lütfen, işe yarayıp yaramayacağını düşünmeyin. Öyle olması gerektiği için yapın sadece" dedi. Ben de kendisine bir dönem çeşitli olumlamalarla bunu yapmaya çalıştığımı ama çabuk pes ettiğimi söyledim. Bu olumlamaları, okuduğum kişisel gelişim kitaplarından ve yine bu konuda yazılmış makalelerden bana yakın gelenler arasından derlemiştim.

Hepsi olmasa da okuduklarım var elbet kişisel gelişim kitaplarından. Söyledikleri her şeye katılamadığımı, bazılarını fazla Polyanna bulduğumu da itiraf etmeliyim. Belki de hayatımda sıkıntılı dönemlerin fazla oluşundandı bu reddediş belki de yeterince inanmadığımdan. Aslında farkında olmadan yapıyoruz çoğumuz o kitaplarda yazılanları. Kitaplarda bahsedilenleri uygulamak için tam bir istek ve inanç olmalı sanırım ama en önemlisi de bilinçaltını temizlemek, rahatlatmak lazım. Bazı düşünceler kodlanmış duruyorlar bilinçaltımızda. Önce onlardan kurtulmak, önce bilinçaltını ikna etmek gerek. İnanmadan söylenen şeylerin gerçekleşmesinin çok da mümkün olmadığı bir gerçek. 

Bugün itibariyle uygulamaktan vazgeçtiğim olumlamalara geri dönüyorum, çabuk pes etmemeyi umarak. Mutsuz olmayı seçmek kolaysa mutlu olmayı seçmek ve bunun için uğraşmak da zor olmamalı değil mi? 

Benim kendim için seçtiğim, kendime uygun bulduğum olumlamaları da yazayım hatta yazarken uygulamaya da başlıyayım :) 


"HAYAT HER ZAMAN BENDEN YANADIR"
"KENDİ DEĞERİMİ BİLİYOR VE KENDİMİ ONAYLIYORUM"
"YAPTIĞIM SEÇİMLERİN TEK BELİRLEYİCİSİNİN KENDİM OLDUĞUNUN BİLİNCİNDEYİM"
"KENDİMİ HAYATIN AKIŞINA BIRAKIYORUM"
"SEVGİYİ ÖZGÜRCE VERİYOR VE ALIYORUM"
"TÜM DUYGULARIMI BİR PARÇAM OLARAK KABUL EDİYORUM"
"EVRENİN ARZULARIMI GERÇEKLEŞTİRMESİNE İZİN VERİYORUM"
"KENDİM OLMAKTAN GURUR DUYUYORUM"
"HER ŞEYİN EN İYİSİNİ HAK EDİYORUM"
"HATA YAPMA İZNİNİ KENDİME TANIYORUM"
"GEÇMİŞTE YAPTIĞIM HATALARDAN DOLAYI KENDİMİ AFFEDİYORUM"
"BEN KENDİMİN EN İYİ DOSTUYUM"
"KENDİ DEĞERİMİ BİLİYOR VE KENDİMİ ONAYLIYORUM"
"İSTEDİĞİM HER ŞEYE SAHİP OLMAYI ONAYLIYORUM"
"BEN DEĞERLİ BİR İNSANIM"
"ALDIĞIM KARARLARA GÜVENİYORUM"
"SEZGİLERİME GÜVENİYORUM"
"KENDİ GERÇEĞİMİ SEVGİYLE, COŞKUYLA VE GÜVENLE İFADE EDİYORUM"
"DEĞİŞİMLE GELEN OLANAKLARI KUCAKLIYORUM VE GEREKEN ADIMLARI ATIYORUM"
"KENDİ MUTLULUĞUM İÇİN GEREKEN ŞEYLERİ BAŞKALARINDAN BEKLEMEKTEN VAZGEÇİYORUM"
"BUGÜN İNSANLARDA VE HAYATTA İYİ OLAN HER ŞEYİ GÖRMEYE NİYET EDİYORUM. BUGÜN BOLLUĞU GÖRMEYE NİYET EDİYORUM"


11 Haziran 2012 Pazartesi

Gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla!..

Özellikle bu aralar kendim başta olmak üzere insanları anlamakta zorlanıyorum. Her zaman şikayet edecek bir şeyler buluyoruz mutlaka. Hep de sahip olmadıklarımızı düşünüp sahip olduklarımızdan yakınıyoruz aslında. Mesela;

Sevgilisi olmayanlar yalnızlıktan şikayet eder "biri olsun, yanımda olsun beni sevsin, düşünsün" derken sevgilisi olanlar da "bıktım abi sürekli ilgi istiyor, yalnız kalmayı özledim" derler.

Çok çalışanlar "bir dakika boş zamanım yok, nefes alamıyorum, sosyal hayat diye bir şey kalmadı" derken işi olmayanlar "bıktım boş oturmaktan, köreliyorum, kendimi işe yaramaz hissediyorum" derler. 

Ailesiyle yaşayanlar "artık ayrı eve çıkmak istiyorum, bıktım bu yaşta hesap vermekten" derken yalnız yaşayanlar "keşke beni de evde bir bekleyen, bana "nerede kaldın?" diye soran olsa" derler.

Bekar olanlar "ben de evlenmek, çocuk sahibi olmak ve yuvamı kurmak istiyorum" derken evli olanlar "bekarlık sultanlıkmış kardeşim, evlendik gördük göreceğimizi, aklın varsa evlenme gününü gün et" derler.

Havalar soğukken "yaz gelsin, sıcak olsun, bıktım bu soğuklardan" derken havalar 30 dereceyi görür görmez "ay kış gelsin ya bu ne böyle daha Haziran'da böyleyse Temmuz'da Ağustos'ta ne yapacağız biz" demeye başlarız. 

Saçları düz olan bayanlar kıvırcık saç ister perma yaptırır, kıvırcık olan her gün fön çektirir düzleştirir güzelim buklelerini. 

Diye uzar gider bu liste. Nankör değiliz belki ama memnuniyetsiz olduğumuz kesin. Sahip olamadıklarımıza kızıp söylenirken, ah ederken sahip olduklarımıza şükür etmeyi unutuyoruz hep. Yukarıda yazılanlardan şikayet edebiliyorsak eğer; uzakta da olsa, karışsa da herkesin bir ailesi, bir sevdiği var demektir. Şartlarından memnun olmasak da her sabah gittiğimiz bir iş yeri var demektir. Ve en önemlisi de sağlığımız yerinde ve kimselere muhtaç olmadan hayatımızı sürdürebiliyoruz demektir. 

Sürekli şikayet edecek bir şeyler buldukça bir süre sonra insanların da bizden şikayetçi olabileceklerini de unutmamak gerek aslında. Kim ister ki etrafında sürekli bir şeylerden şikayet eden, mutsuz, menuniyetsiz birini görmeyi. Hayat hep kedi-ciğer modunda geçmez ki ama değil mi? Sahip olmayı isteyeceğimiz şeyler her zaman olacaktır çünkü insanoğlu doyumsuzdur, her zaman hep daha fazlasını, daha iyisini ister. İsteklerimiz hiç bitmez. 

Sahip olmadıklarımızı, olamadıklarımızı düşünerek, sızlanarak geçirdiğimiz vakti sahip olduklarımızı daha da iyi hale getirmek için uğraşarak geçirirsek ve bizden çok daha zor durumda, kötü şartlarda yaşayanlar olduğunu çıkarmazsak aklımızdan belki de hayatın düşündüğümüz kadar çekilmez olmadığını görebiliriz.

8 Haziran 2012 Cuma

Özlenen senden bir parça ise unutması çok zor...

Bu yaşıma kadar pek çok şey yaşadım, gördüm. "Bundan daha kötüsü ne olabilir ki" dediğim çok zor zamanlarım oldu ama o zamanlar bile bu kadar umutsuz, bu kadar yılgın değildim. Belki gençliğin verdiği enerjiden olsa gerek "önümde daha uzun yıllar var, nasılsa olur, nasılsa yaparım" derdim hep. Hayatımın sonuna gelmedim elbette alt tarafı ortalarındayım ( bir aksilik olmazsa, erken göçmezsem öteki dünyaya ;) ) ama ruhum çok yorgun ve yılgın en çok da kırgın biraz da kızgın...

Hayatın kendisine kızgınım mesela. Kimilerine bol keseden verip kimilerine gösterip de vermediği için. Bazıları dert tasa nedir bilmezken bazılarının sıkıntılarla uğraşmaktan nefes almaya vakit bulamadığını gördüğüm, yaşadığım için. Bazıları parayı harcayacak yer bulamazken, bazıları yiyecek ekmek bulamadığı için kızgınım hayata. İnsanlara adil davranmadığı için kızgınım...

İnsanlara da kızgınım ama kırgınlığım daha ağır basıyor. Benim kızgınlığım saman alevi gibi, bir anda parlıyor aynı hızla da sönüyor. Ama kırgınlığım hiç geçmiyor ne yazık ki. Sevdiğim insanların beni hayal kırıklığına uğratmalarına, bilerek ya da bilmeyerek üzmelerine, "her zaman yanındayım" deyip hiç olmamalarına, yalandan sevgi gösterilerine, sahte ilgilere dayanmıyor artık benim yüreğim...

Bütün bunların yanında ruhumu en çok yoran da içinde birinin bıraktığı boşlukla yaşamak ve onu özlemek. Bazı insanların boşluğu ne yazık ki dolmuyor kolay kolay. Doldurmak için, unutmak için ne yaparsan yap bir yanın hep eksik kalıyor. Bıraktığı boşluk dolacağına daha da büyüyor, özlem azalacağına çoğalıyor sanki. Bütün yorgunlukların üstüne bir de özlemek girince devreye ben nasıl baş edeceğimi bilemiyorum bu duyguyla. Zaten baş edecek enerjim de yok ki. Ya birisi gelip dolduracak onun açtığı boşluğu ki bu zor bir ihtimal yüreğinde birisi varken ya da zamanla kendi kendine kapanmasını bekleyeceksin. Ne zaman kapanırsa artık...

Laf olsun diye değil bu söylediğim, bildiğin iliklerime kadar özledim. Şimdi karşımda görsem konuşmadan ağlayacak kadar özledim. Rüyamda görüp rüya bitmesin diye uyanmayacak kadar özledim. Yağmurda sırılsıklam olduğumu anlamayacak kadar özledim...

Keşke ben de bazıları gibi her gidenin yerine bir yenisini koyabilseydim kolayca ya da sevmemeyi öğrenebilseydim. O zaman ne özleyecek biri olurdu hayatımda ne de kapanmayan yaralarım...

5 Haziran 2012 Salı

Tek kişilik dev kadrom, ablam...

İnsan hiç kız kardeşine sinir olur ( kıskanır mı ) mu demeyin gayette olunuyor vallahi. Ben kendim bizzat oldum mesela. Tabii küçükken; bir kız kardeş ne demekmiş, varlığı ne kadar önemliymiş, bir kız kardeş  meğer ne çok şeymiş bilmeden...

Senin aşık olduğun baban için varsa yoksa o ise, o evin cici kızı, sen kötü kızı isen, o çalışkan sen tembelsen, o büyük sen küçüksen ve sırf bu yüzden o olmadan geceleri evden çıkamazsan, onu kızdırdığında sana “zaten seni çingenelerden almıştık, en iyisi geri verelim” diyorsa sinir de olursun deli de :) "Ulan biz gerçekten kardeş miyiz, bu beni hiç mi sevmiyor acaba?" diye düşünürsün sıklıkla ve cevabından bir türlü emin olamazsın. Papatyadan fal tutacak hale gelirsin seviyor mu sevmiyor mu diye, o kadar anlamazsın sevildiğini. Hatta öle anlar olur ki anneniz bile kardeş olduğunuzdan şüphe eder, kendi doğurmuş olmasına rağmen :)

Uzun yıllar didişip durduk ta ki kendi hayatlarımızın efendileri olana kadar. Ablam ilk işine başladığında fark ettim beni özlediğini ve özlediğimi. O geceleri çalıştığı ve gündüzleri uyuduğu için sadece küçük notlarla iletişim kurabiliyorduk ve ilk o zaman fark ettim aslında onunla hayatın daha güzel olduğunu. Didişerek de olsa pek çok şeyi onunla yapmaya o kadar alışmışım ki, bu yeni düzene alışana kadar epeyce bocaladığımı itiraf etmeliyim. İlk o zaman fark ettim kız kardeşin ne çok şey olduğunu. Birbirimizde nefret ediyor gibi görünsek de aslında ne çok sevdiğimizi. 

Bazıları keşke bir ağabeyim olsa der ya hiç demedim de istemedim de. Çünkü ablam bayağı bayağı bir ağabey kıvamındaydı hala da öyle olduğu söylenebilir :) Onunlayken çok rahat gezersiniz zira yanınıza erkek sinek bile yaklaşamaz, karşıdan karşıya geçerken önce sağa sonra sola sonra bir daha sağa bakmanıza gerek yoktur küçükken öğretildiği gibi çünkü o bakar sizin yerinize, sokaklar o varsa çok güvenlidir sizin için :) Aynı zamanda iyi de bir organizatördür benim ablam. "Ne yapsak?" diye düşündüğünüzde o çoktan plan yapmıştır bile. Size sadece plana uymak ve keyfini sürmek kalır. 

Çok zamanlarımız oldu bizim kafamızın dikine ( yüreğimizin sesine kulak verdiğimiz ) gittiğimiz. Böyle zamanlarda birbirimize kızdığımız, kendini üzüyor diye delirdiğimiz, onu üzeni üzmek istediğimiz hatta kafa göz dalmak istediğimiz, benzer acıları farklı dönemlerde yaşayıp da birbirimize öfke kustuğumuz çok günlerimiz oldu. Krallar gibi de yaşadığımız hayatın dibini de birlikte gördük biz ve işte asıl o zaman anladık ki herkes bir yana kardeş bir yana. O zaman anladık ki herkes gider de kardeş gitmez, ne yaşarsan yaşa, ne yaparsan yap kızsa da, küsse de kardeş hep yanındadır. Belki de o zaman imzaladık aramızdaki sessiz ve sözsüz anlaşmayı...

Kız kardeş CAN'dır. Huzur verir, güven verir. Yanında dostların arkadaşların olsa da hayatta yalnız olmadığının en büyük ispatıdır kız kardeş. Aynı acıları yaşadığın ve seni en iyi anlayandır. Senin dertlerini kendine dert edinen, seni teselli ederken gözyaşlarını içine akıtandır. Bir kız kardeşin varsa eğer hayat kolaydır aslında. 

Küçükken sinir olduğum ( kıskandığım ) kişi yani ablam, yani kardeşim şimdilerde hayata birlikte kafa tuttuğum can yoldaşım oldu benim... Ve ben biliyorum ki, o varsa hayat çok daha kolay ve çok daha güzel... Ve biliyorum ki o varsa sırtım asla yere gelmez... 

Ve bir kez daha diyorum ki iyi ki benim ablamsın, iyi ki varsın... Şu dünyada olunabilecek en iyi abla ve kardeş olduğun için teşekkür ederim... Seni çok seviyorum gardaşım ;)

3 Haziran 2012 Pazar

Benim de işverenden bazı beklentilerim var...

Tam 7 aydır iş arıyorum. Bir sürü görüşmeye gittim ve diyebilirim ki hepsinden de omuzlarım düşerek çıktım. İş aramanın ne kadar zor olduğunu unutmuşum. Bir de belli bir yaşta ve tecrübede olunca iş bulmanın zorluğu da eklenince gerçekten yıpratıcı bir süreç oluyor. Öyle enteresan işveren ve beklentilerle karşılaştım ki, kendimi birazdan okuyacağınız ön yazıyı yazarken buldum. 





"Sayın İlgili,

Tam 7 aydır iş arıyorum ve çeşitli siteler aracılığı ile pek çok iş görüşmesine gittim. Bu görüşmeler neticesinde de bu ön yazıyı yazmaya karar verdim.

Özgeçmişime bakarak görüşmelere çağrılmama rağmen her seferinde yaşım sorulduğu için önce onu söyleyerek başlayayım yazmaya, 37 yaşındayım. 1996 yılından beri yani 16 senedir çalışıyorum ve ilk defa bu kadar uzun süre işsiz kalıyorum. Pek çok işverenin “bildiğimiz sekreter” işte dediği bir yönetici asistanıyım ben. Bir yönetici asistanı elbette sekreterya işlerini de yapar ama sadece bir sekreter değildir. Ben bu mesleği yapmaya bir siyasi partide başladım tamamen tesadüfi bir şekilde. İlk başladığımda parti avukatının asistanlığını yaptım ve zaman içerisinde çalışmalarımın karşılığını alarak parti Genel Başkanının asistanlığını yaptım. İşimi her zaman severek yaptım çünkü doğru yerlerde, doğru insanlarla çalışırsanız gerçekten de keyifli bir iş. Bir de derleyici, toplayıcı, iş bitirici bir yapıya sahip olduğumdan bu işi yaparken hiç zorlanmadım. Yönetici asistanı bir sekreter değildir dedim çünkü eğer bir yönetici asistanıysanız yöneticinizin ne zaman acıktığını ve ne yiyeceğini, ilaçlarını kaçta alması gerektiğini, ailesiyle ilgili gerekli olan bütün detayları v.b. bilmelisiniz tıpkı yanındaki misafirden sıkıldığını yüzüne baktığınızda anlamanız gerektiği gibi. Bir sekreter bütün şirketin, ofisin işlerini yapar ama bir asistanın önceliği bağlı bulunduğu yöneticisi ve onun işleridir. Bir sekreter seyahat etmez ama bir asistan, yöneticisiyle eğer iş bunu gerektiriyorsa şehir şehir gezmesi gerektiğini bilir. Ben de böyle çalışmayı seven, yöneticisinin eli, gözü, kulağı olan ama aynı zamanda dilsiz olmayı da bilen bir yönetici asistanıyım. Çalıştığım her iş yerini kendi işimmiş gibi sahiplenerek, büyük bir özveriyle çalışırım. Bugüne kadar da çalıştığım hiçbir iş yerinden kötü ayrılmamışımdır. Şu anda iş arıyor olmamın sebebi de en son çalıştığım televizyon kanalının satılması sebebiyle bütün ekibin işten çıkartılmasıdır.

Ne yaptığımı anlattıktan sonra biraz da bir işverenden beklediklerimi yazmak istiyorum ki birbirimizin vaktini boşa harcamayalım. Dediğim gibi pek çok görüşmeye gittim ve ne yazık ki gittiğim çoğu iş yeri aslında bir sekreter ya da ofis idarecisi ararken ısrarla “yönetici asistanı” aradığını söylediler. Oysaki bir işveren ne istediğini tam olarak ifade edebilse verdiği ilanda belki de kısa sürede aradığı elemanı bulacak ve iş arayan ben ve benim gibi insanları boşa ümitlendirmeyecek. Şimdi yönetici asistanı ilanına başvurup, görüşmeye gittikten sonra işverenden “ofisin haftada bir kez temizlenmesi gerek, ister kendin yapar parasını alırsın, ister kadın tutarsın” cümlesini duymak takdir edersiniz ki hiç hoş olmuyor. O işveren bunu verdiği ilana yazsa ben zaten o ilana başvurmam ki. O yüzden doğru ilanı vermeniz ve orada bütün beklentilerinizi yazmanız benim için çok ama çok önemli.

Ben bu 7 ayda anladım ki piyasanın durumu gerçekten içler acısı. Devlet büyüklerimiz “her şey harika, sıkıntı yok” dese de ne yazık ki bütün firmaların durumu hiç de iyi değil. İyi olsa koskoca firmalar iyi bir elemana neredeyse asgari ücret teklif etmezler herhalde. Görüşmelerde bana teklif edilen rakamlar benim tam 6 sene önce kazandığım rakamlar. Yani ben, ülke ekonomisi ileri giderken geri gidiyorum.  İstediğim ücret de bana göre çok büyük rakamlar değil ama olmayınca olmuyor sizler de haklısınız. Bu görüşmeler neticesinde anladım ki, Ankara piyasasında bir yönetici asistanına verilen ücret 1000 TL civarında. Kurumsal firmalarda da böyle, tek patronlu şirketlerde de. Ben de bunu bilerek gidiyorum artık görüşmelere ve kendi istediğim ücreti de ne yazık ki mecburen düşürerek söylüyorum.  Kariyer sitelerinde istediğim ücreti belirttiğim halde lütfen bana, hem “çayı da sen demleyeceksin, gerektiğinde servisini de yapacaksın, bulaşık makinesini de sen boşaltacaksın” diyip hem de “1000 TL’nin altında bir ücret veriyoruz”  ya da “istediğiniz ücret bizim için zaten fazla, sadece tanışmak için çağırdık” demeyiniz. Çünkü ben her iş görüşmesine büyük bir özenle hazırlanıp, bir umutla geliyorum. Ben nasıl ki “akıcı İngilizce” isteyen ilanlara İngilizcemin yeterli olmadığını bildiğim için başvuru yapmıyorsam lütfen sizler de beni, daha önce çalıştığım iş yerlerini ve tecrübelerimi göz önünde bulundurarak değerlendiriniz ve benim özgüvenimi zedeleyecek teklifler yapmayınız.

Saygılarımla"

1 Haziran 2012 Cuma

Tam da bu an...


Tek başına bir şey yapmaktan keyif almayan insanlardan olmadım ben hiç. Aksine çok da severim kendimle bir şeyler paylaşmayı. Paylastığımız şeylerin başında yalnızlık gelir mesela :)

Daha keyifli şeyler de paylaşırız ama mesela şimdi yaptığım gibi içeriz sevdiğimiz bir mekana gelip " bu kız tek başına ne yapıyor, neden içiyor" bakışlarına aldırmadan. Hem içeriz hem dertleşiriz. Arada kızıp kavga ettiğimiz de olur ama genelde iyi anlaşırız. İnsana kendinden daha yakın biri var mı ki zaten?

Alışverişe çıkmayı, sokaklarda aylak aylak dolaşmayı, yolculuk yapmayı, sevdiğimiz bir cafede oturup kitap okurken kahvemizi yudumlamayı, parkta kuğulara simit atmayı, sinemaya gitmeyi de severiz arada köşemize çekilip ağlamayı sevdiğimiz gibi.

Çünkü biz, ne kadar eşin dostun da olsa aslında insanın yalnız olduğunu öğrendik yıllar önce. O yüzden seviyoruz ve mutluyuz biz kendimle başbaşa olmayı ve birlikte bir şeyler paylaşmayı...