29 Şubat 2012 Çarşamba

Hava ayaz, ellerim ceplerimde…

Bazı insanlar vardır ne yaparsan yap unutamadığın, yüreğinden söküp atamadığın. Yüreğinin ortasına gelir oturur, kimi zaman bir yumru olur boğazını sıkar kimi zaman da yüzünü güldüren tek varlığın olur.

Kimisi kalbimizde bir tebessüm bırakır kimisi de tamiri zor, derin acılar bırakır giderken. Ve nedense acılarımız tebessümlerimizden daha çok gelir aklımıza. Mutsuzluklarımız mutluluklarımızın önüne geçer hep. Olanlara şükretmeyi unuturuz da olmayanlara kahretmeyi hiç unutmayız. Mutluluğun izleri çabucak silinir yürekten de mutsuzluğun izleri bir ömür peşini bırakmaz, gölgen gibi adım adım izler seni. Ne zaman mutlu olmak için bir hamle yapsan hatırlatır kendini sana.

Ne yaparsan yap sanki bütün oklar onu işaret eder. Gittiğin her yerde, tanıştığın her insanda, dinlediğin her şarkıda ve okuduğun her kitapta ondan bir iz bulursun mutlaka. Bütün yollar ona çıkmak için programlanmıştır adeta.

Her yerine onun kokusu sinmiş, o çok sevdiğin yaşadığın şehirden bile kaçmak istersin sırf nefes alabilmek için. O çok sevdiğin şehir boğar çünkü seni. Aldığın her nefes ciğerlerini yakar. Gitmekten keyif aldığın mekanlardan vazgeçersin bir bir. Hiç bilmediğin yollardan yürümeye başlarsın, birlikte yürüdüğünüz yollar acı verdiği için. Aynı şehrin insanı bile değilsinizdir oysaki.

Böyle yaşanmayacağını ve bir karar vermen gerektiğini çok iyi bilirsin. Ya bu duyguların kanını emmeye devam etmesine göz yummaya devam edeceksin ya da onlarla yaşamayı öğreneceksin. Biraz aklın varsa (kalmışsa) ikinci yolu seçersin ve hayatına kaldığın yerden devam edersin, tüm yaşanmışlıklarını ceplerine doldurarak.

Hayat devam eder. Ellerin ceplerinde yürümeyi öğrenirsin yeniden. Yeni yüzler, yeni şehirler seversin. Yeniden gülmeye başlarsın ve yeniden sevmeyi denersin. Eskisi gibi acıtmaz olur ceplerindeki yaşanmışlıkların. Acıtmazlar ama aklına gelmeye devam ederler. Unutmak da istemezsin, istesen de unutamazsın zaten. Çünkü bilirsin iz bırakanların unutulmadığını, unutulmadığını bildiğin gibi…





28 Şubat 2012 Salı

Annem annem canım annem...

Sadece anneyseniz karşılıksız seversiniz ve sadece anneyseniz sürekli sevebilirsiniz. Dur durak bilmeden seversin, kırılsan da üzülsen de sevmeye devam edersin. Sadece bir anneyseniz kendi duygularınızı, isteklerinizi ikinci plana atar, başkalarının hayatlarını yaşamaya başlarsınız. Hele bir de “annesiz” büyümüş bir anneyseniz hiç düşünmeden feda edersiniz kendinizi sevdiklerinize, tıpkı benim annem gibi…

Benim annem tıpkı bilgisayar oyunlarındaki kahramanlar gibi vuruluyor vuruluyor ölmüyor. Ne ölüyor ne de aldığı darbeler yüzünden hayata küsüyor. Ne anlatıyor, ne ağlıyor ne de ona bunu yapanlardan hesap soruyor. Her şey oluyor bitiyor, sen anlamaya, anlamlandırmaya çalışırken dönüyorsun annene bir bakıyorsun o her zamanki neşesinde hayatına devam ediyor. Bir kat daha güçlenerek üstelik…

Bunu yaptığı yetmiyormuş gibi bir de her işe yetişiyor, sanırsın Energizer reklam filmindeki tavşan :) Evdeki işlerin hepsinin üstesinden geliyor, dışarıdaki işleri yapıyor, bizimle ilgileniyor, kocasıyla ilgileniyor. Tüm bunlardan arta kalan zamanlarda da kendine vakit ayırıyor. Yaşadığı onca şeye rağmen öyle hayat dolu ve öyle güçlü ki, onun gibi bir kadın olmayı dilemekten başka şans bırakmıyor sana…

Annem bizim evin her şeyi. O olmasa şimdi bir arada olur muyduk çok emin değilim. Tutkal gibi… Hem kendini hayata bağlıyor, hem de bizi birbirimize…

İsteklerinin benim için bir emir olduğu tek varlığım. Bazen bencilleşip sadece kendi hayatımla ilgilendiğimde, kötü bir söz söylediğimde vicdanımı sızlatan, ona bir şey olmasın da bana ne olursa olsun dediğim, sadece nefes almasının yettiği yegane insan…

Şimdilerde bir reklam filminde de söylendiği gibi;

“Annedir yüreği fazla dayanamaz.
Herkes bıksa benden annem bana doymaz.
Öper besler beni unutur kalbinde.
Annem burda olsun bana bişey olmaz.

Her gün bakar bana kusurumu görmez.
Günler gece olsa o ışığı sönmez.
Ellerim büyüdü avuçlarında.
Bir tek annem olsun bana bişey olmaz.”

Annemden başka kim beklerdi beni günlerce yağan karın altında, üstünde sadece bir kazakla ( paltosunu ve evin anahtarlarını rehin almıştım ilkokula başladığım ilk hafta, her gün ). O yüzden de diyorum ki; bir tek annem olsun bana bir şey olmaz…

Cennette olan ve yanı başımızda olup dünyamızı cennete çeviren tüm meleklere… 




27 Şubat 2012 Pazartesi

Yaşadıklarım bana...

Hayattaki en önemli varlığın kendin olduğunu

Ailenle bol bol vakit geçirmen gerektiğini

Bir kız kardeşin varsa kendini hiç yalnız hissetmediğini

Dostlarına özen göstermen gerektiğini

Gerçek dostların hayatını kolaylaştırdığını

Zor günlerde insanların “gerçek” yüzlerinin ortaya çıktığını

Enerjini tüketen, seni dibe çeken kimseyi etrafında tutmaman gerektiğini

Sen verdikçe insanların hep almak istediklerini

Değiştiremeyeceğin şeyleri olduğu gibi kabul edip, onlar için üzülmeyi bırakman gerektiğini

İnsanları olduğu gibi kabul etmen gerektiğini

Sadece başın sıkıştığında değil iyi olduğun zamanlarda da dua etmen gerektiğini

Yaşayan tüm canlılara gücün yettiğince yardım etmenin ruhuna iyi geldiğini

Hayatında en az bir kere tutkulu bir aşk yaşaman gerektiğini

Aşkın hastalıklı bir ruh hali olduğunu unutmaman gerektiğini

Gülümsemenin çok önemli olduğunu

Ruhundan gelen gülümsemenin gözlerine yansıdığını

Ağlamanın da en az gülmek kadar ruhuna iyi geldiğini

İnsanın hayatının bir gecede değişebileceğini

Acıların seni sadece olgunlaştırmadığını, etrafına kalın duvarlar örmene neden olduğunu

Yalana inanmanın doğruları söylemekten çok daha zor olduğunu

Hayır diyebilmenin en az evet demek kadar önemli olduğunu

Hayatın da zamanlamada hata yapabildiğini

Otuzundan sonra hayatın çok daha hızlı geçtiğini

Sevinçlerini ve üzüntülerini ertelememen gerektiğini

Keyif aldığın şeyleri yapmayı ertelememen gerektiğini

Güzel şeylerin gerçekten hazır olduğunda karşına çıktığını

Hayatta yaşadığın hiçbir şeyin tesadüf olmadığını


Dertlerin paylaştıkça azaldığını sevinçlerin ise çoğaldığını

Ve hayatın her şeye rağmen gerçekten çok güzel olduğunu

Öğretti...



26 Şubat 2012 Pazar

Yalnızlığın dayanılmaz hafifliği...

Yalnızlığa alışmak yalnız olmaktan daha kötüymüş, daha tehlikeliymiş meğer.

Uzun ve de dolu dolu yaşanan bir birlikteliğin ardından yalnız kalınca sudan çıkmış balık misali dolaşıyor insan etrafta bir müddet. Gündüzlerini, gecelerini doldurma çabasına giriyorsun önce. Ne kadar meşgul olursan o kadar iyi. Alkol ve sigarayla daha sıkı bir dostluğun oluyor. Kendini işine daha çok veriyorsun, elinden gelse hafta yedi sen dokuz çalışacaksın. Niye, sırf gidenden kalan boşlukları doldurabilesin ve yalnızlık denen o korkunç yaratıkla başbaşa kalmayasın diye.

İlk bir kaç ay böyle gidiyor, debelenip duruyorsun. Çünkü ödün kopuyor yalnız kalmaktan. Sonra yavaş yavaş eski hayatına dönmeye başlıyorsun farkında bile olmadan. Yaşadığın, yaşayacağın günlerden korkmamaya başlıyorsun hem de hiç uğraşmadan. Bütün bir hafta sonu evden çıkmadan oturmak eskisi gibi boğmamaya başlıyor, aksine keyif alıyorsun. Boş boş oturuyorsun ve aklına bile gelmez oluyor ne o ne de yalnızlığın. Yalnız da mutlu olunabileceğini, hayatın tadının yalnızken de çıkartılabileceğini öğreniyorsun. Bugüne kadar hep iki kişilik diye bildiğin çoğu eylemin aslında tek başına yapılabileceğini fark ediyorsun.

Sonra gittikçe keyif vermeye başlıyor yalnızlık. Hayatını sadece kendin için yaşamanın ne kadar da güzel olduğunu fark ediyorsun. Sadece kendi istediklerini yapıyorsun ve bütün bunları sadece kendin için yapıyorsun. İstediğin herkesle gönül rahatlığıyla görüşebiliyorsun, istediğin zaman şehirden uzaklaşıp nefes alabiliyorsun, tek başına da sinemaya gidip keyifle film izlenebileceğini anlıyorsun. Sevgililer Günü olarak tüm sevgililere kutlanması dayatılan o salak günde, sevdiğin arkadaşlarınla buluşup yalnızlığınla barışmanın şerefine kadeh kaldırabiliyorsun ve bunu tüm içtenliğinle yapıyorsun. Çünkü artık mutluluğun, birinin mutluluğuna endeksli olmadığını biliyorsun. "Ohh sevdiklerim yanımda keyfim yerinde, vallahi hayat bana güzel!" tadında geçip gidiyor günlerin.

Geçiyor geçiyor da asıl tehlike sonra başlıyor işte. O kadar alışıyorsun ki yalnızlığa biri gelecek onu senden alacak diye ödün kopuyor sonra. Çünkü yalnız olmayı özgür olmakla karıştırıyorsun. Arasındaki farkı bilsen de karıştırıyorsun. Biriyle bir olmak ne kadar güzelse, özgür olmak, yalnız olmak da bir o kadar güzel geliyor artık. Farkında bile olmadan normal olan buymuş gibi yaşamaya başlıyorsun. O kadar iyi bakıyorsun ki yalnızlığına seni bırakmak istemiyor. Bir bakmışsın en uzun ilişkin yalnızlıkla olan ilişkin olmuş. Ne onun seni bırakmaya niyeti var ne de senin onu. Bir de, gül gibi geçinip gidiyorsun işte ne gerek var yeni maceralara, ruhunu bir daha yormaya dedin mi olayı bitirmişsin demektir. Hadi geçmiş olsun :)

Hem biri olsa fena olmaz hani diyorsun hem de özgürlüğün elden gidecek diye yusuf yusuf atıyor bir tarafların. Bilsem ki; özgürlüğüme dokunmayacak, beni kısıtlamaya, boğmaya çalışmayacak, önce kendine sonra bana güvenecek birisi var vallahi hemen alcam kabul edicem. Ama yok vallahi. Daha flörtgen bir ruh halindeyken bile çocukca kaprisler yapan koca koca adamlar biliyorum ben yaaaa. E onlar böyle yapınca, ben yalnızlığımla daha mutluyum birader sana hayatta başarılar diyip arkama bile bakmadan kaçıyorum vallahi.

Bana kendine güvenen ve bana saygı duyan adam lazım arkadaşım. Bu saatten sonra hiiiç çekemem vallahi naz niyaz. Tolerans limitlerimi ziyadesiyle doldurmuş bulunmaktayım zira :)

Sosyal medya gurusu Fecabook'ta pek çok arkadaşımın zaman zaman paylaştığı bir cümle var, yazmadan geçemeyeceğim; " Biz bu hayatı üç kişi yaşıyoruz; ben, keyfim ve kahyası". Üçümüzü birden kabul edip, bize ayak uyduracak ve hayatımıza değer katacak birisi varsa başım üstüne.  Yoksa da, çok da fifi ;)


25 Şubat 2012 Cumartesi

Yaz gelsin artık

Tamam kabul ediyorum, her yer bembeyaz karların altında kaldığında kışın güzelliğine varıyor insan. Ama benim için bundan ötesi yok. Lahana gibi kat kat giyinmeyi, soğuktan buza dönmüş karların üstünde bilumum akrobasi hareketlerini sergileyerek yürümeyi, eriyen karların üstümü başımı kirletmesini, havanın erkenden kararmasını, üşümeyi, karanlık bir sabaha uyanmayı sevmiyorum. Kış yüzünden sokaklarda dolaşamayıp alışveriş merkezlerine tıkılıp kalmayı da sevmiyorum. Sanki kış insanın özgürlüğünü kısıtlıyor gibi geliyor. Sevenleriniz var biliyorum ama ben sev mi yorum :)

Bu yüzden yaz gelsin istiyorum artık. Güneşli günlere uyanmayı özledim. Kışın tadı bir başka oluyor belki ama yaz gibisi yok şahsen benim için ;) Belki sıcak bir yaz gününde doğduğumdan bu kadar çok seviyorum yazı, belki de insanın içini kıpır kıpır etmesi bile yetiyordur. Uyandığı zaman perdeyi aralayıp da göz kırpan güneşi gördüğünde insanın içi enerji doluyor. Renkli renkli giyiniyorsun bir kere kışa inat. İçindeki enerjini giysilerinle bile dışarı yansıtabiliyorsun. Sokağa çıktığınızda bile içiniz açılıyor rengarenk insanları gördüğünüzde. Yazın yaşadığımı daha bir hissediyorum ben galiba. İşten çıktığımda havanın hala aydınlık olması günü bitirmek için daha çok zamanım olduğunu düşündürüyor bana. Sevdiğim insanlarla iş çıkışı buluşup o güzel havanın keyfini sürmeye bayılıyorum. Hafta sonları açık havada yapılan uzun kahvaltıların tadı da bir başka oluyor.

Yazın daha çok planı oluyor insanların. Size muhalefet eden bir hava olmayınca peşi sıra geliyor hafta sonu kaçamakları. Bütün sene çalışıp da tatile çıkacağınız gün de gelip çattı mı tadından yenmiyor vallahi :) 

Renkli renkli ojelerimi sürüp parmak arası terliklerimi giymek ve şıpıdık şıpıdık yürümek istiyorum sokaklarda. Cici bici elbiselerimi ve topuklu ayakkabılarımı giymek istiyorum. Sıcak kumlardan serin sulara bırakmak istiyorum kendimi. Buz gibi bira içmek istiyorum kana kana içimdeki harareti alsın diye. 

Haydi söyleyin de gelsin artık. Çok sıkıldım kışın kasvetinden de soğuğundan da. Sıcak, güneşli günler gelsin. 

Bi Biskrem versem hemen gelir mi ki acabaaaaa?!



24 Şubat 2012 Cuma

Her doğru her yerde söylenir!

Eskiden çok yakın olduğum bir kız arkadaşım hep şöyle kızardı bana; “ her doğru her yerde söylenmez, sus artık!”. Neymiş, çünkü herkes anlamazmış, çünkü yarın bir gün söylediklerimi bana karşı kullanırlarmış… Susar mıydım peki? Elbette hayır :) Ne o zaman bildim susmayı ne de şimdi. Yaşadıklarımı anlatmaktan hiç vazgeçmedim. Çünkü onlar, beni ben yapanlar. Hiçbirinden pişman değilim ki saklayayım ya da olmamış gibi davranayım. Ben istedim ve ben yaşadım ve hepsi için de iyi ki yaşamışım diyebiliyorum şükürler olsun ki. Hatalarımı da anlatabilirim, başarılarımı da. Hatta kendimle dalga bile geçebilirim. Çünkü ben kendimi olduğum gibi kabul ediyorum ve seviyorum. Çünkü ben böyle mutluyum…

Kimi zaman ağır gelirsin insanlara. Yüreğin ağır gelir, onlar için yaptıkların ağır gelir, yaşadıkların ağır gelir ve bu insanlar seni asla anlayamazlar da taşıyamazlar da. Yapabilecekleri tek şey arkalarına bile bakmadan uzaklaşmaktır. Ben de onlara güle güle der, güler geçerim ;)

Bazen dostlarımla konuşurken “acaba bundan mı kaybediyoruz” diye düşünürüz. Dürüst olduğu için, rol yapmayı bilmediği için, neyse o olduğu için kaybeder mi insan? Kimilerine göre evet. Kaybettiği nedir, kimdir peki? Seni, sen olduğun için sevmeyecek birine gerçekten ihtiyacın var mı? Bence yok ve bence kaybetmiyoruz, kazanıyoruz. Belki birilerini ya da bir şeyleri kaybetmişsin gibi görünüyor dışarıdan bakınca ama ben kazandığımı biliyorum. Yüreği yüreğime değen ve beni olduğum gibi görmeyi, sevmeyi başaranlar yanımda kalıp kazancım oldular, beceremeyenlerse silinip gittiler ve onlara ayırdığım zamanlarım da kazancım oldu. Şimdi o zamanları sevdiklerim için, sevdiğim şeyleri yapmak için kullanabiliyorum. Sonra, tecrübelerim oldu kocaman kocaman nereye sığdıracağımı bilemediğim :) Hatta zaman zaman fazla yer tutmasın, yenilerine yer açılsın diye eşe dosta dağıttığım şahane tecrübelerim :)

Ha bir de kocaman bir yüreğim var benim, aldığı onca darbeye rağmen hala herkese açık olan. Çünkü her insan bir şansı hak eder inancındayım hala. Ben ona yüreğimi açarım, gerisi ona kalmış. Değerlendirebilirse ne ala. Değerlendiremezse onun da yolu açık olsun der yoluma devam ederim.
  
O kız arkadaşımı dinleyip yaşadıklarımı ve kendimi anlatmaktan, ben buyum diye bağırmaktan vazgeçseydim böyle sahici ilişkilerim olur muydu acaba? Yanlarındayken mutlu olduğum, huzur bulduğum, rahat ettiğim, kendim olabildiğim ailem, dostlarım, sevgililerim olur muydu acaba?





23 Şubat 2012 Perşembe

Bütün bunları…

Onu görmediğim zamanlar içimde oluşan boşluğu

Onu her gördüğümde sadece yüzümün değil kalbimin de güldüğünü

Onunla konuşabilmek için bahaneler ürettiğimi

Onunla konuştuktan sonra mutlu maymun edasıyla gezindiğimi

O yanımdayken hayatımdaki her sıkıntıyı unuttuğumu

Bana sarıldığında kendimi Temel Reis kadar güçlü hissettiğimi

Onu her öptüğümde sadece öpmediğimi, kokusunu içime kazıdığımı

O bütün şarkıları yanlış söylerken benim onu dinlemekten büyük keyif aldığımı

Tuttuğu takımın maçlarını izlerken atılan her golün ardından sevinçle beni öpmesine bayıldığımı ve sırf bu yüzden maç izlemekten keyif almaya başladığımı

Elimi ilk tuttuğunda o yolu yürümeyip ayaklarım havada, süzülerek gittiğimi

O küçük ellerin elimi tuttuğunda bana verdiği güveni

Bana hitap ederken söylediği JELİBON’un çocukluğumdan beri en sevdiğim şeker olduğunu

Bana yemek hazırlarken çok tatlı göründüğünü

Sırf çok lezzetli yapmışım diye koca bir tabak makarnayı yedikten sonra bütün akşam kıvrandığında onu yiyip bitirmek istediğimi

Onunla yaptığımız her şeyi özlediğimi ve yapamadıklarımızı unutmadığımı

Onu gün geçtikçe unutacağıma daha çok özlediğimi

Aslında onu sevdiğimi ( ben de şimdi yazarken fark ettim ;) )

Ve bütün bunları ona söylersem ödünün kopacağını bildiğimden sustuğumu

O hiç bilmedi…









22 Şubat 2012 Çarşamba

Kendin ol yeter sen beni bulunca...

Eskiden birini beğenirdin, yaklaşır hissettirirdin beğendiğini, yoklardın ve o da seni beğeniyorsa başlardın yaşamaya. Sorgusuz sualsiz, içinden geldiği gibi yaşardın. Aynana (içine) baktığında gördüğün sen olurdun yansıttığın. Ne hissediyorsan öyle yaşardın, bir adım sonrasını düşünmeden. Hesap kitap yapmadan, içinden geldiği gibi…

Şimdilerde ise kurallarla yaşanır olmuş artık ilişkiler. Herkes kendince bir yol tutturmuş gidiyor. Kimi kaçan kovalanır diyor, kimi sevdiğini belli etme kaçar diyor, kimi hemen teslim olma kaybedersin diyor. Sen olma da ne olursan ol diyorlar yani. E peki, ben ben olmayacaksam, karşımdaki de kendi olmayacaksa kim yaşayacak bu ilişkiyi? O kovalarken ben kaçtıkça şişen egomla, ilgisine karşılık verdiğimde işte bu da tamam diyen egosu mu?
E bu adam zaten beni sevdiği için koşsa peşimden ben ilgisine karşılık verince neden kaçsın ki? Madem hemen kaçacak neden koşuyor o zaman? Burada devreye giren amaç oluyor sanırım. Amaç sevgili olmak, bir olmak olmayınca kovalayan taraf elde edince kaçar da göçer de tabii…

Kadın erkek fark etmiyor artık sanırım. Pek çoklarımız yapıyoruz, yaşıyoruz bunları. Egolarımızın esiri olmuş gidiyoruz. Erkeklerle kadınlar arasındaki tek fark seçme ve seçilme noktasında devreye giriyor. Erkekler günlerce hatta aylarca peşinden koştuğu kadının ilgisine karşılık verdiğini görünce; o kadar uğraştım ama oldu işte, bunu da kandırdım diyerek rakibini mağlup etmiş bir boksör edalarında kasım kasım kasılarak dolaşıyor etrafta. Oysa unuttukları bir şey var, kadın sadece istediğine kanar. Kadın seçilmez, seçer…

Ama bildiğim bir şey var kaçsan da kovalasan da, seçsen de seçilsen de yoruyor bu kurallarla yaşanan ilişkiler. Sürekli bir uğraş içerisine sokuyor çünkü insanı. Sürekli bir plan yapmak zorunda kalıyorsun, yalanlarına yenilerini eklemen gerekiyor, her cümlede bir satır arası arar duruma geliyorsun. Sonra bir bakmışsın aynana artık sen, sen değilsin. Gördüğün başka, olduğun başka…

Ve bildiğim başka bir şey daha var; sevdiğin zaman ne yol bilirsin ne de kural. Bırakırsın kendini duygularına o seni yola da sokar, kuralına da uydurur. Yeter ki kendini sınırlara, kurallara sokma ve yeter ki kendin olmaktan korkma… 





21 Şubat 2012 Salı

Takılmak mı takılıp kalmak mı?

İnsan böyle garip bir varlık işte. Biri gösterilen ilgiye hemen alışıverir biri de beklediği ilgiyi görünce kaçıverir. Ne istediğimizi bilmediğimizden mi oluyor acaba bunlar? Konuşmaya başlayınca aslında herkes biliyor ne istediğini ama iş uygulamaya gelince nedense sarpa sarıyor işler. Hem biri olsun istiyoruz, bizi seven ilgi gösteren, özleyen, özlenen hem de bütün bunları uzaktan yapsın istiyoruz. Bizi boğmasın, alışmasın, sıkmasın... Canımız isteyince görelim, konuşalım ama arada bir bağ olmasın. Günümüz ilişkilerinde gelinen son nokta bu. 

Herkes etrafta gördüğü ve istemeden de olsa dahil olduğu adı ilişki olan ama aslında hiçbir bok olmayan şeyden rahatsız. Rahatsızız ama yaşamaktan da alıkoyamıyoruz kendimizi. Çünkü artık çoğunluk böyle yaşıyor. Sen de sana verilenle yetinmeyi, fazlasını istemeden yaşamayı ve uzaktan sevmeyi öğreniyorsun. Biliyorsun çünkü bir adım ötesini istersen o da gidecek elinden, seviyorum dersen ana avrat küfür etmişsin gibi laf yiyeceksin. Hal böyle olunca da kendin olamadığın, bu ilişkimsi durumlarda korkuların çıkıyor ortaya. Korkuların özgüvenini yok ediyor, güven gittikçe de saçmalayıp duruyorsun. Çıkmak istedikçe boka batıyorsun. Hem sevilmediğini sadece arzu edildiğini biliyorsun hem de kaybetmemek için debelenip duruyorsun. Böyle birini kazansan ne olacak a akılsız kızım? Adam seni istemiyor ki, sadece senin ona yaşattığın keyif dolu anları istiyor. Sen bir onunla bütünleşiyorsun ve bir onunla paylaşıyorsun, oysa o gördüğü her kadınla bütünleşecek kudrete sahip. Sen onun her istediğini yapar hale geliyorsun o bunları gördükçe seni cepte bilip iyice dışa açılmaya başlıyor. Ne yardan vazgeçmek istiyor ne de serden vazgeçebiliyor. Sonra da bu duruma uygun bir isim buluyorlar;TAKILMAK. Takılıyoruz işte diyor adam ne gerek var bir sıfat bulmaya. Şart mı illa sevgili olmak, zaten sevgili gibi yaşamıyor muyuz diye de soruyor daha inandırıcı kılmak adına durumu. Kadın da sırf üç satırlık mutlu olacağım hevesiyle ve inanmak istediği için kanıveriyor. 

Sonrası sizin kaldırma kuvvetinize bağlı olarak değişiyor ama benim gördüğüm kadarıyla genelde sonuç hüsran. Zira kadınlar, takılmak denen durumu da kendilerince sahiplendikleri için üzülmek kaçınılmaz oluyor. Görüşme devam ettiği sürece takıldığını sanıyor kadın da adam gibi. Ne zaman ki adam takılacak başka birisini ya da birilerini buluyor işte o zaman anlıyor kadın takılmadığını, takılıp kaldığını...

Sıla'nın da bir şarkısında dediği gibi "İki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze, bundandır böyle dibe vuruşumuz"!!!