25 Aralık 2014 Perşembe

Yıllar geçer, umutlar bitmez, acılar değişmez...

An itibariyle 6 gün 8 saat 49 dakika 17 saniye sonra yeni bir yıla giriyoruz. Nam-ı diyar 2015. Herkesin bir önceki yılda gerçekleşmeyen umutlarının, yitip giden hayallerinin yeni sahibi 2015.

Şahsen kendi adıma 2015'ten zerre beklentim yok. Zira 2014 bana bir kez daha gösterdi, sen ne yaparsan yap alnına ne yazılmışsa onu yaşadığını. Sanırım berbata yakın bir yıl geçirdim. Ne zaman başladığını, ne zaman bittiğini anlayamadan geçti gitti koskoca bir yıl.

Bu yıl da daha öncekiler gibi yanlışlarım, yanılgılarım oldu hayata dair, insanlara dair... Bu yıl da daha öncekiler gibi üzüldüm ama bu yıl en çok ben üzdüm kendimi. Üstelik hiç değmeyecek insanlar uğruna. Bu yıl da eksilenler oldu hayatımdan kendi rızalarıyla. Ve tabi ben de eksildim birilerinin hayatından. Bazen kendi rızamla bazen de cebren ve hile ile. 

Yaş 40'a 1 olduğu için mi yoksa yaşanmışlıkların ağırlığından mı bilmiyorum ama bu yıl daha çok yandı canım sanki yaşadıklarım, gördüklerim karşısında. Sanırım ikisinin de etkisi var. Gücüm var gibi görünse de pilimin bittiğini biliyorum ben. Bilmenin ötesinde hissediyorum. Beni yeniden canlandıracak bir mucizeye, bir kahramana ihtiyacım var galiba.

Her günüm bir diğerinin aynısıydı sanki bu yıl. Bir insandan çok bir robot gibi dolaştım kalabalıklar arasında. Varlıkla yokluk arasında bir yerde, herkesten kaçak kendine dargın...

Her yaşanan yordu elbet ama en çok da babamın hastalık süreci yordu beni, bedenimi ama en çok da ruhumu. İnsanın evinde eksikse bir şeyler diğer yanları da tam olmuyor, olamıyor. Yılın neredeyse yarısını hastanede diğer yarısını da evde bir hastayla geçirdik. Bir kaç yazı önce değinmiştim babamın rahatsızlığına. Daha önceleri de hastane deneyimlerimiz, hastalık süreçlerimiz oldu ama bu sefer ki oldukça zorlu bir yolculuk oldu hepimiz için. İki kez doktorların tabiriyle "neredeyse kaybediyorduk" babamı. Yıprandık, yıprattık ama atlatamadık. Ne kadar olur bilinmez ama 2015'te de devam edeceği belli bu zorlu sürecin. 

İşte sırf bu yüzden bile gelmese de olur 2015. Yok, "illa geleceğim" diyorsa da mümkünse herkese yetecek kadar sağlık, huzur ve aşkla gelsin... Hem geldiğine, hem beklediğimize değsin...


8 Kasım 2014 Cumartesi

Ka(la)balıklar yordu yüreğimi...

Uzun zamandır böyle yalnız hissetmemiştim kendimi en çok da kalabalıklar arasında...

Tam olarak yalnızlık da değil hissettiğim aslında, içinde biraz da ait hissetmeme duygusu var. Kendimi ne olduğum yere, yerlere ne de yanımda olan insanlara ait hissetmiyorum. Sohbetler, paylaşımlar, bakışmalar hepsi uzak bana. Yalandan gönül almalar da cabası. Derin ama manasız sohbetlerinden söverek uzaklaşmak istiyorum.

Ya içime asosyal biri kaçtı ya da gerçekten yorulmuşum insanları anlamaya, anlamlandırmaya çalışmaktan. Herkesi olduğu gibi kabul etmeye çalışmak da çözüm olmuyor uzun zamandır. Onu anla, bunu kabul et, şunu görmezden gel diye diye kendimi unuttum. Onları kırmadan yoluma devam etmeye çalıştıkça un ufak ettiler her yerimi.

Saçma sapan ilişkilere tanık olmaktan, tanık olmanın ötesinde zaman zaman müdahil olmaktan güvensiz, korkak, endişeli, depresif bir benle baş başa kaldım. İnsanları tanıyacağım diye kendimi tanınmaz, tanımsız bir hale getirdim.

İşin kötü tarafı da tek suçlusu var bu halimin o da, içimde bitmek bilmeyen insan halim. Herkes hata yapar, herkes ikinci bir şansı hak eder, denemeye değer, ne kaybedersin, olsun sen yine de içinden geldiği gibi davran, yüreğinin sesini diye diye geldim bu hale. 

Hak eden etmeyen herkese verdim sevgimi, ilgimi. Belki de biraz israf ettim. Zaten hiç bir zaman öğrenemedim tutumlu olmayı duygularım konusunda. Sadece sevmeye programlanmış bir yüreğe sahibim. Ne nefret etmeyi bilir, ne de kin tutmayı. 

Ne kimseyi görmek ne de ilişkilenmek istiyorum bu aralar. Kırılan duygularımı onarana kadar bir süre kaybolmak istiyorum. Varlığımı görmezden gelenler yokluğumu hissetmezler nasılsa...

Yalnız kalmak gerek bazen, yüzleşmek için...
                 

5 Eylül 2014 Cuma

Oğluma mektup...

Her zaman korkardın arabaya binmekten. Korkardın çünkü anlardın veterinere doğru yola çıktığını. Korkardın çünkü bütün yaşamın boyunca türlü hastalıklar atlatıp, uzun zaman veterinerden çıkmadın. Bilirdin yolun sonunda mutlaka bir iğne var canını yakan. Bu seferki iğne canını yakmak için değil acılarına son vermek içindi ama ona da izin vermedin. Yine kendine yakışanı yapıp kapadın gözlerini kucağımda... 

Tam iki yıl oldu sen melek olalı ama acın hala ilk günkü gibi. Baban, annen, büyük ablan ve ben her gün her an özlemeye devam ediyoruz seni. Baban hala gözyaşı döküyor ardından balkona çıktıkça. Sanki masanın altından çıkıp gelecekmişsin gibi yolunu gözlüyor. Ablaların eve girdiklerinde tasmandaki çıngırağın sesini duymayı bekliyorlar bir umut... Yokluğunu en çok hisseden 18 sene boyunca 7/24 senin yanından ayrılmayan, sen evde yalnız kalma diye 18 sene boyunca şehir dışına gitmeyen annen... Rüyalarından senin seslendiğini duyarak uyanıyor annen. Belki de sesleniyorsundur "ben bir yere gitmedim, hala yanındayım" diye.

Baban bu aralar hasta. Olsaydın gene küserdin eminim, hastanede yattığı günlerde evde seni yalnız bıraktığımız için. Babanı böyle görmediğin için en şanslımız sensin aslında. Bilirsin nasıl korkardık hepimiz bir bakışından. Şimdi o baba gitti yerine hepimizin üstüne titrediği bir çocuk geldi. Ama olsaydın, kucağına otursaydın eminim dinerdi acıları, sıkıntıları. Konuşmadan da en güçlü bağların kurulabileceğini ne de güzel öğrettin hepimize...

Senden sonra alamadık başka bir can. Annen hazır hissetmedi hiç kendini. Baban "bana aynı acıyı yaşatmayın dedi" istemedi. Ablanla ben istedik aslında sokaktan bir can alalım, hem onu kurtaralım hem bize yoldaş olsun diye ama yapamadık. Şimdi de babanın açık yarası olduğu için düşünemiyoruz bile. Alamadık ama sokaktaki kardeşlerini hiç yalnız bırakmıyoruz. Suları, yemekleri hiç eksik olmuyor. Annen sana verdiği sözü tutuyor ve onlara hiç dönmüyor sırtını. 

Sen gittin gideli pek de yolunda gitmedi işler senin anlayacağın. Gerçi sen zaten görüyorsundur bizi olduğun yerden. Hayat hala zorlamaya devam ediyor hiç hız kesmeden. Ama bilirsin biz güçlü bir aileyiz daha öncekileri atlattığımız gibi bunları da atlatacağız. Sana verebileceğim tek iyi haber, evimiz oldu. Hep korkardık ya buradan gidersek sokaktaki canlar ne olacak diye. Artık korkmuyoruz çünkü gitmeyeceğiz. Sokaktaki kardeşlerin de annene çok düşkün. Anneni perdenin arkasından bile gördüler mi oynamaya başlıyorlar. Ama kıskanma sakın hala yüreğimizin tek sahibi sensin...

Seni pembe burnundan, pamuk patilerinden ve yün kokulu göbüşünden öpüyorum aslan oğlum... Kavuşana kadar buralar bize oralar sana emanet... 

21 Ağustos 2014 Perşembe

Böyle yaşamaya alışacaksın çocuk...

Alışacaksın çocuk, kırılıp kırılıp yeniden yaşamaya
Kırıklarını kendi kendine onarmaya
Alışacaksın çocuk, insanların türlü türlü yüzlerini görmeye
Gördüğün yüzlere gülmeye
Alışacaksın çocuk, yalanlarla yaşamaya
Yalanlara inanıyormuş gibi yapmaya
Alışacaksın çocuk, güvendiğin dağlara kar yağmasına
Güvenmeden var olmaya
Alışacaksın çocuk, tek başına ayakta durmaya
Tek başına yalnızlığına sahip çıkmaya
Alışacaksın çocuk, için ağlarken gülmeye
Gülerken iyiyim demeye
Alışacaksın çocuk, tüm yenilgilere ve tüm kaybedişlere rağmen içindeki çocuğa sahip çıkmaya...

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Ucu yanık twitlerim var üstüne alınman gereken...

Günümüzde ilişkilerin de tadı kaçtı ayrılıkların da. Layıkıyla yaşayamaz olduk sevalarımızı da acılarımızı da. Teknoloji hayatımızın odak noktası halini aldığından beri tadı kaçtı hayatın. İlişkiler, dostluklar, acılar, sevinçler, ayrılıklar artık teknoloji kokuyor. Kim kimi seviyor, kim kimden nefret ediyor attığı twitlerden, yüklediği fotoğraflardan anlıyoruz artık. Sosyal ağlardan mesajlar vermekte üstümüze yok ama iş iki çift kelam etmeye gelince herkes dut yemiş bülbül kesiliyor. Eskiden güvercinle gönderilen mesajlar artık Sebastian'la gönderiliyor.Yazmaktan konuşmayı unuttuk. Hatta el yazısı bozulanlar bile var klavye kullanmaktan. Tıpkı konuşmayı unutanlar gibi...

Ayrılıkların bile eski tadı yok bu sosyal ağlar yüzünden. Bunun Facebook'u var, Twitter'ı var, Instagram'ı var ve eminim daha benim kullanmadığım pek çok ağ vardır en sosyalinden silinip atılması, temizlenmesi gereken. Silsen bir dert silmesen ayrı dert. Silsen meraktan ölüyorsun ne yapmış kimle yapmış diye. Silmesen sinir hastası oluyorsun yaptıklarını görünce. Böyle ömür mü geçer yahu? Bildiğin hastalıklı bir ruh hali bu.  Her gün mesai harcanıyor tek tek bu kahrolası ağları kontrol edeceğim diye. Bakalım kimlerle arkadaş olmuş, kimlerin fotoğraflarını like etmiş, kimi dürtmüş, onu kim dürtmüş, kime mention atmış, kimlerle nerelere gitmiş falan filan... Uçsuz bucaksız bir takip mecrası ve beraberinde gelen sinir bozukluğu. Tam anlamıyla iki ucu çoklu denklem. Tam unuttum unutacağım derken bir bakıyorsun güzel sözlerle bezenmiş bir fotoğraf yüklemiş, bir kızın/erkeğin fotoğrafını beğenmiş, ucu sana dokunan bir twit atmış, sen kendini eve kapatmış selpaklarınla bir bütün olmuşken o check-in üstüne check-in patlatırken gel de unut. Ben burada bu kadar acı çekerken onun yaptığına bak diyip döşe bakalım en okkalısından bir mesaj sonra da gelmeyen cevaba bozulsun sinirin.

Yok annem yok, böyle yaşanmıyor bu ayrılık dediğin şey. Bu sosyal ağlar varken insan nasıl unutsun, nasıl yaşasın acısını sakin sakin. Bütün gün bunlarla deşilirken o yara nasıl kabuk bağlasın? 

Ama her şeye alışan insanoğlu zamanla bunlarla da yaşamaya alışacaktır elbet seve seve ya da söve söve...

5 Ağustos 2014 Salı

Zamanı durduramasam da içimdeki çocuğu büyütmüyorum...

Yine doğum günüm, yine sorgu sual günüm. Kendimi, yaşanmışlıklarımı, gelmişimi geçmişimi gözden geçirme günü...

Daha dün gibi gözümün önünde çocukluğumun vazgeçilmez kareleri... Zaman ne vakit geçti de ben 39 yaşıma geldim hiç bilmiyorum... Ardıma baktığımda asma yapraklarının içine çamur koyup sardığımız sahte dolmaları, bir topla türlü türlü oyunlar oynadığımız, mahalle arkadaşlarımıza aşık olup birlikte oyunlar oynamak için saat saydığımız günleri görüyorum oysa. 

Her yaşın ayrı bir güzelliği ayrı bir zorluğu varmış meğer. İnsan yaşadıkça yaşlanmıyor çoğalıyormuş meğer. Ceplerindeki tecrübeleri, anıları, insanları arttıkça artıyormuş meğer... Bugün bir kez daha gördüm kendimi tam da yalnız hissederken aslında çok kalabalık olduğumu. Anılarım, anlarım, acılarım, mutlu mutsuz hatıralarım, ailem, dostlarım, arkadaşlarım hepsi hala yanımda yamacımdalarmış... Bir de kendini anlatmak için uzun cümleler kurmaya gerek olmadığını anladım bugün. Yıllarını verdiğin insanlara anlatamazken kendini bir "merhaba" nın bile anlaşılmaya yettiğini anladım, sadece bir kaç kez gördüğüm ve toplasan on cümleyi geçmeyen diyalogların yaşandığı insanların yazdığı mesajlardan. Ve anladım ki; doğru yoldayım. Tüm kayıplarıma ve üzüntülerime rağmen kazançlarım çok daha fazla ve değeri hiçbir şeyle ölçülemez...

Ama yine de bana sorsalar keşke çocuk kalsaydım derim hiç düşünmeden. O yüzden diyorum ki; keşke zaman orada donup kalsaymış ve biz hiç büyümeseymişiz.... Keşke hep annemin sesiyle başlayıp annemin öpücükleriyle bitirseydim günlerimi. Keşke hep çocukluğumuzdaki saflıkta yaşansaydı aşklar, arkadaşlıklar. Keşke kimse kendi çıkarları için çıkmasaydı insanlıktan. Keşke hep babamın küçük ama yaramaz kızı olarak kalsaydım da kimseler acıtmsaydı canımı....

15 Temmuz 2014 Salı

Sanırsın herkes şizofren...

En çok da kıyamadıklarımız kıyarlar bize. Hem de hiç düşünmeden, hiç acımadan, gözünü bile kırpmadan kıyar...

Herkes yapar ama o yapmaz dediğimiz tırnak içindeki o gelir ve bu kadarını yapmaz dediğimiz ne varsa yapar sonra da tırnak içinde hiçbir şey olmamış gibi çeker gider...

Kimi güya seni korumak için kimi de seni kendinden uzaklaştırmak için yapar ve gider...

Kimi kimden koruyorsun arkadaşım? Beni kendinden nasıl koruyabilirsin ki? Beni bir zamanlar mutlu eden de, şimdi gözünü kırpmadan canımı yakan da sensin. O çok sevdiğim senden mi koruyacaksın beni? Bunu hayatıma girip alt üst etmeden önce düşünecektin. Bunu onca lafı bol keseden atmadan düşünecektin. Ben şimdi bunları söylüyorum ama yarın bir gün, tam da hiçbir şey olmamış gibi çekip giderken bunlar benim önüme çıkar diye düşünecektin. Çıkarsa inkar etmek bana yakışmaz diye düşünecektin. Ama nerede sende tüm bunları düşünecek beyin. Zaten sende olaydı o beyin bunları yaşatmazdın ki karşındakine.

Daha önce de söylemiştim hatta yazı bile yazmıştım hissedilmeden söylenen laflardan duyduğum rahatsızlığı. Yeri geldi bir kez daha söylüyorum; "Arkadaşım senin o laf olsun diye söylediğin sözler birilerinin yüreğinin duymaya ihtiyacı olan sözler olur, sana inanır, güvenir. O yüzden konuşmadan önce düşün hatta uzun uzun düşün. Sen sen ol kimseye hissetmediğin sözleri söyleme."

Önce gelir girer kanına, damarlarına kadar işler sonra sanki hiçbir şey yapmamış, yaşanmamış gibi çeker gider. Giderken de canını acıtacak ne varsa arar, bulur, yapar ve gider. Ama ona sorsan ne kanına girmiştir ne de çekip giderken canını acıtmıştır. Bunların hepsi senin hüsnü kuruntun, senin kendi kendine gelin güvey olmaların, kendi kendine var ettiğin beklentilerindir. 

Biri de çıkıp "evet başta istedim, olur sandım geldim yanaştım ama yok yapamayacağımızı anladım, olmadı o yüzden gidiyorum" ya da "derdim sadece biraz keyifli zaman geçirmekti" demez ki, diyemez ki. Açık olmak yerine ne varsa kaçak göçek onları söyler, yapar. Günümüz ilişkilerindeki erkek modelleri değme dansözlere taş çıkartır yeminle. "Bir insan ancak bu kadar kıvırabilir" dedirtmeyen erkeğe erkek demem ben artık. Arkadaş, biriniz de dürüst olun biriniz de sahip çıkın her ne yaşandıysa iyi-kötü. Hep bir inkar, hep bir istemem yan cebime koy, hep bir içten içe yemedi işte kızım anlasana durumları... 

Sanırsın ki tüm kadınlar olmayan bir dünyada, olmayan bir sevgili yapmış, yapmakla da kalmamış adam ne de(me)se inanmış. Oysa ortada ne adam var ne de kadın... Senin o sevda sandığın ise koca bir yalanmış...

Not: Resimde gördüğün insanlara aldanma. Onlar sadece boşluk...

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Gün Geçtikçe Bozuluyor(uz)...

O kadar çok iki yüzlü, yalancı ve sahte insan var ki etrafımda artık ne midem kaldırıyor ne de ruhum. Kimse içindekileri karşısındakinin yüzüne söyleyebilecek cesarete sahip değil ne yazık ki. Herkes birbirinin ardından konuşuyor anca. 

Tamam, anladım cesaretin yok ve yüzüne söyleyemiyorsun ama bari yalaka olma. Arkasından ana avrat küfrettiğin birinin yanındayken bir mesafen olsun. Hem söveceksin hem de yalayacaksın yok böyle bir dünya! Lafa gelince mangalda kül bırakmayanlar iş icraata gelince yalanmadık yer bırakmıyorlar. 

Bu tür ikili ilişkilerin hepsinden gına geldi bana. Her geçen gün biraz daha azalıyor insanlara olan inancım ve saygım. Soğuyorum, tiksiniyorum ve uzaklaşıyorum. Belki işin ucunda büyük bir yalnızlık olacak ama sahtekar olmaktan çok daha iyidir. 

İnsanın kendine de saygısı kalmaz diye düşünüyorum hep böyle sahnelere tanık oldukça ama bakıyorum kimse de en ufak bir değişim yok. Herkes halinden memnun. Onlar yaşarken rahatsız olmuyorlar ama ben izlerken dayanamıyorum. Tanık olduklarım karşısında isyan ediyor aklım ve yüreğim. Ne ara bu kadar bozuldu(k) bu insanoğlu diye düşünmeden edemiyorum. Belki de kontrol edemediği nefsinin kurbanı oluyordur insanlar kim bilir...

Sorunlu olan ben miyim acaba diye düşünüyorum hal böyle olunca da. Son zamanlarda biraz zor ve sıkıntılı günlerden geçtiğim için mi bu kadar tahammülsüz oldum bilmiyorum ama artık "sahte" olan hiçbir şeye tahammül edemiyorum gerçekten. Ne sahte sözlere, ne sahte davranışlara ne de sahte insanlara ihtiyacım yok benim. Laf olsun diye verilen sözlere, yürekten gelmeyen niyetlere fazlasıyla doydum. Az olsun, öz olsun ama içten olsun ve buyursun gelsin. Gerisi de kimin olursa olsun. 

19 Nisan 2014 Cumartesi

İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta...

Yılbaşından bu yana sanki bu hayatı ben yaşamıyorum gibi hissediyorum uzun zamandır. Birisi benim hayatımı yaşıyor ben de uzaktan izliyorum gibi. Bu hayat benim değil gibi. Bu bir hayat değil gibi. Hatta ben ben değilim de biri beni kurmuş gibi.

Tam dört aydır hastanedeyiz. Dört ayda her biri uzun saatler süren üç sağlam operasyon ve hala düzelmeyen bir yara... 

İş için ise yoğun kelimesi bile az kalır...

Ya ben yaşlandım ya da gerçekten zor zamanlardan geçiyorum...

Her günüm birbirinin aynı. Tek değişen bu saçma günlerde yitip gidenler oluyor...

Ben hep zor zamanlarımda yanımda olanları iyi günlerimde yanımda olanlardan daha çok sevmişimdir. Çünkü yıllar önce öğretti bana hayat iyi gün dostlarıyla kötü gün dostlarının ne demek olduğunu. Dost dediğin şey bir hazine gibi. Aslanın ağzında aramayın boşuna bulamazsınız artık...

Kimseden oturup benim acılarımı çekmesini ya da zor zamanlarımı benim gibi yaşamasını elbette beklemiyorum ama kırıldım ben sana dediğimde de "ben de kırıldım" demesini de kabul etmiyorum, edemiyorum. Çünkü hayatı darmadağın olan, duyguları korkularla karışan, uykusuz günler geceler geçiren, düzeni alt üst olan sen değilsin. Senin bana kırılma gibi bir hakkın yok ben böyleyken. Çünkü benim sana ihtiyacım var. Birlikte gülüp eğlendiğimiz, kafaları çektiğimiz, hayatın gelmişine geçmişine sövdüğümüz zamanlardakinden daha çok hem de. Gel benimle günlerini, gecelerini hastanede geçir demiyorum ben sana. Diyorum ki; varlığını hissettir. Görev bilinciyle arayıp sorma, laf olsun diye kapıdan beş dakika uğrama ama ara, sor. Tavır gibi algıladığın o soğuk ses tonunun aslında ne kadar mutsuz, umutsuz ve yorgun olduğunu anla. 

Belki de ben çok istiyorum, bekliyorum kim bilir... Belki de herkesi hayata baktığı kadarıyla değerlendirmek ve beklentilerini onlara göre ayarlamak gerekiyor. Ama işte ne kadar yansa da ağzım sütten hala üflemeden yemek istiyorum yoğurdu. Çünkü her yoğurt süt olmak zorunda değil...

Huysuzum bu konuda ve hiç de değişmeyeceğim. Eğer ben birine "dostum" diyorsam yerine getirecek dostluğun gerekliliklerini. Saatlerce konuştuğumuz gibi saatlerce susacak yeri geldiğinde benimle. Sustuğumda duyacak sustuklarımı. 

Her zor zamanın sonunda gidiyor birileri benim hayatımdan. Bilmem bir bana mı özgü bu durum yoksa herkes için mi böyle?

Kimseyi zorla tutmadım hayatımda o yüzden gidenlere de kalanlara da selam olsun...

15 Mart 2014 Cumartesi

#berkinelvan...


Çocuktu O daha...

Anasının kuzusu, babasının delikanlısıydı...

Hain bir biber gazı kurşunu kararttı kurşun karası gözlerini...

O uyurken dört bir yandan dualar yükseldi göğe "#Uyan Berkin" "#DirenBerkin" diye...

Alevisi, Sünnisi, Kürdü, Lazı, Çerkesi yürek kardeşliği yaptılar Berkin uyansın diye...

269 gün boyunca #direndi 15 yaşında 16 kg kara gözlü, kara kaşlı çocuk...

Gitti ve kırıldı babasının kolu, annesinin kanadı...

Hem öksüz hem yetimler artık...

Ekmek almak için çıktığı evine bir daha dönemedi...

Ne terörist, ne bölücü ne de provakatördü sadece çocuktu O...

Tüm çocuklar gibi hayatının başında, baharındaydı...

Daha koşup oynayacak, düşüp dizini kanatacaktı...

Büyüyüp adam olacak bir çocuktu O...

İzin vermediler büyümesine, daha fazla gülmesine, ailesinin umudu olmasına...

Okula gitmesi gerekirken mezara koydular O'nu...

''Neresinden vurulmuş diye sorarlarsa çocukluğundan dersiniz'' 

not: bu güzel çizimi için Sayın Nihal Harmanlı NİHİ'ye teşekkür ederim...

10 Şubat 2014 Pazartesi

Faili belli, sebebi meçhul...

İnsanlar ne zaman insan olmaktan çıktılar da o masum canlara eziyet etmeye başladılar? Dünden beri gitmiyor o görüntü gözlerimin önünden. Tiksindiğim bir böceği bile öldürmeye kıyamayan benim gibi biri için bu görüntüler fazlasıyla dayanılmaz. 

Eskiden beri vardı belki böyle caniler, vicdansızlar ama biz artık tüm hayatımız haline gelen sosyal ağlar sayesinde farklarına varıyoruz sanırım. Böylelerine insan bile diyemiyorum. Hiç acımadan işkence yaptıkları o canlar değil hayvan olan, asıl hayvan ta kendileri. Herhalde bana verseler o "hayvan"ları gözümü kırpmadan aynı işkence yönetimi uygulardım kendilerine. 

Uzun zamandır televizyonda haberleri izlememe gibi bir kararım var. Çünkü gördüklerimi kaldırmıyor artık ne ruhum ne yüreğim. Birileri bir yerlerde masum çocukları gözlerini kırpmadan öldürüyor, birileri de bir yerlerde masum canlara kıyıyor. Belki bazılarınız kızacaktır bana insanlarla hayvanları bir mi tutuyorsun diye. Benim için yeryüzünde yaşayan tüm canlılar eşit. Ne dinleri, ne ırkları ne de türleri önemli değil. Neticede hepimizi yaratan aynı. O yüzden suçu ve günahı olmadan öldürülen her can yakar benim canımı.

Beddua etmemeye özen gösteririm her zaman. Canımı yakan herkesi Allah'a havale ederim ama günahsız canları alan herkese gönderiyorum en sağlamından beddualarımı. 

O kirli elleriye, kirli vicdanlarıyla nasıl yaşıyorlar bilmiyorum ama inanıyorum ki İlahi Adalet, günü geldiğinde soracak hepsinden bu faili belli cinayetleri teker teker...

4 Şubat 2014 Salı

Beklemek...



Neyi beklediğini bilmeden

Sonunda ne olacağını bilmeden

Sonunun nereye varacağını bilmeden

Elinden hiçbir şey gelmeden çaresiz ve sessiz

Sadece avaz avaz susarak

Beklemek...



31 Ocak 2014 Cuma

Her dem...

Bitmeyen bir aşk istiyorum tıpkı annemle babamın aşkı gibi. 

Ben de istiyorum ben üzüldüğümde uykuları kaçan, başımdan günlerce ayrılmayan, iyi olayım diye gözümün içine bakan bir eş...

Yaşlandığımda bana baksın diye çocuk isteyenlerden değilim ama evet, yaşlandığımda elimi tutacak bir sevdiğim olsun istiyorum.

Her şeye rağmen birbirlerinin gözlerinin içine bakmalarını, tüm zorlukları öyle ya da böyle birlikte aşmalarını, el ele verdikleri mücadeleyi imrenerek seyrediyorum her defasında. 

Aradan geçen 43 seneye ve onca sıkıntıya rağmen insanların anneme "aşk böyle bir şey işte" demesini seviyorum...

Hayatları boyunca hep mücadele etmek zorunda kaldıkları için mi böyle düşkünler acaba birbirlerine diye düşünüyorum zaman zaman. Zor kazanılan, emek verilen şeyler her zaman daha kıymetlidir ya. Şimdiki aşklar da o yüzden yalan olup gidiyordur belki. Kolay ve zahmetsiz olduğu, kazanmak, kalmak için mücadele edilmediği için kaybetmek de zor olmuyor. 

Sadece arkadaşlar, dostlar değil sevgililer de ayrılıyor artık iyi gün sevgilisi, kötü gün sevgilisi diye. Sen mutluyken, iyiyken yanında kalanlar kötü günlerinde yok oluyorlar bir anda tam da olmaları gereken zamanda. Kimse kimsenin derdine ortak olmak, yarasına merhem olmak istemiyor artık. Herkes vur patlasın çal oynasın derdinde. Eğlenmeye adam çok ama iş birlikte üzülmeye gelince her yer çıkmaz sokak...

Yalnızlığa mecbur kalışlarımız da, aşka inancımızın yitişleri de bu yüzden işte... Sadece iyi günümüzde değil kötü günümüzde de bizimle kalacak, bizimle mücadele edecek birileri kalmadığından, insanlığımızı çıkarlarımıza kurban verdiğimizden...

25 Ocak 2014 Cumartesi

Huysuz'dan Haberler...

İkibinli yıllara girdiğimizden beri sevmem çiftli yılları. Belki saçma bir batıl inanç ama hep ters gider işlerim, hayatım.

Bu sene de böyle başladı umarım devamı güzel gelir de yıkar batılımı, inancımı...

Önce babamın rahatsızlığı geldi. Basit bir fıtık ameliyatı diye gittiğimiz hastaneden doktorun "az kalsın kangren oluyormuşsun" dediğini duyarak ve Allah korudu diyerek çıktık. Burada da öğrendiklerimiz oldu ve onlar da eklendi cebimizdeki tecrübelerimize . Öğrendiklerimizi sizlerle de paylaşayım istedim belki bir gün (ki umarım olmaz) ihtiyacınız olur diye. Öncelikle özel bir hastanede fıtık ameliyatı olursanız bilmelisiniz ki devlet sadece %20 katkı sağlıyor. Hastanesine göre değişir mi çok emin değilim ama bu ameliyatlarda durum buymuş. Kardiyolojide yattığınızda, ameliyat olduğunuzda ise bu oran %100 oluyor. Eğer ameliyat öncesi gözetim altında olmanız gereken bir durumda yatarsanız hastaneye oda ücretleri de değişiyor. Adına "medical tedavi" diyorlar bu sürece ve ameliyat sonrasında kaldığınız süre içerisinde ödediğiniz rakamın neredeyse %80 fazlasını ödemeniz gerekiyor. Ama en önemlisi de hastanız ameliyata alınmadan, hatta hastaneye yatmadan tüm bunları en ince ayrıntısına kadar konuşmanız gerektiğini öğrendik. Biz (bize söylenene göre) fıtık ameliyatı olacak zannederken bize bir hesap çıkarttılar evlere şenlik. Meğer babam sadece fıtık ameliyatı olmamış, meğer aynı anda 3 ameliyat yapmışlar. Meğer doktor "fıtık ameliyatı yapacağım biraz da içerisi (bağırsaklar) karışmış onu düzelteceğim derken 3 ameliyatı kastetmiş biz anlamamışız. Meğer doktor benim yanımda ameliyathaneden gün alırken bir ameliyat ismi yazdırırken, biraz uzun sürer iki saat ayırın derken bunu kastetmiş de biz bilememişiz. Meğer herkesin tıbbi terimlerden anlaması gerekirmiş... İşin en acı tarafı ise biraz üsteleyince istemiş oldukları rakamı makul bir seviyeye çekmiş olmaları. 

Doktorun iyi olmasına, hastanenin temiz ve rahat olmasına, hemşirelerin canla başla çalışmalarına söyleyecek tek lafım yok. Bu bir hasta için gerçekten çok önemli. 10 sene önce yine babam 3 ay devlet hastanesinde yatmıştı o yüzden aradaki farkı ayırt etmek bizim için çok kolay. Ama her iki hastanede de gördük ki; ya bir tanıdığın olacak ya da gözün açık olacak. Eğer susar kalırsan, hakkını aramazsan ve zorda kaldığında devreye tepeden birini koyamazsan vay haline...

İşte bu yüzden Allah kimseyi hastaneye düşürmesin ama yokluğunu da göstermesin dedim hep ve anlaşılan demeye de devam edeceğim ömrüm oldukça.

Biz sabah akşam hastanede babamla ilgilenirken bir de ev sahibimiz arayıp evi satıyorum dedi ki işte bu haber böyle bir süreçte hepimizin kalan enerjisini de aldı götürdü. Aidiyet duygusu gelişmiş bir aile olduğumuzdan kolay kolay kopamıyoruz bulunduğumuz çevreden. Annemle babam 1963 yılından, ablamla ben de doğduğumuzdan beri aynı muhitteyiz. Oysa şimdi buradan gitmek zorundayız yıllardır her haline alıştığımız, her yere yürüyerek 10 dakika olan muhitimizden. Çünkü imkanlarımız buradan bir ev almaya elverişli değil. Kendi evimizi satmak zorunda kaldığımız zaman annem tutmuştu bu evi, 13 sene önce. Şimdi istiyoruz ki gücümüz neye, nereye yeterse yine kendi evimizi alalım. İnşallah becerebiliriz de annemle babam yine kendi evlerinde oturabilirler...

Bizim evde hep böyledir işler. Bir terslik oldu mu illa devamı gelir. Ama dilerim bu tersliği fırsata çevirip ev sahibi olabiliriz. Her şerde bir hayır vardır dedikleri belki de budur...

Her gecenin bir sabahı vardır derler ya biz de sabahımızı bekliyoruz sabırla ve şükürle...

Ama tüm bunları yapabilmemiz için önce sağlık diliyorum hepimiz için... İnsanın sağlığı yerinde oldu mu kirada da yaşıyor, kendi evinde de. Sağlığın olmadıktan sonra kendi evinde olsan ne fayda...

Allah hepinize sağlık sıhhat versin...

Bir de kötü gün dostlarınız bol olsun inşallah...

10 Ocak 2014 Cuma

Eski-Yeni...



Yeni bir yıl...

Yeni umutlar, yeni hayatlar...

Yeni hikayeler...

Benim hikayelerim de aynı...

Acılarım da...

Sadece kahramanları değişiyor...

Yeni ama güzel hikayeler yazmanız dileğiyle...

İyi seneler...