30 Ekim 2012 Salı

Tükettim, tükendim, bitti...

Modayı takip ettiğim falan yoktur aslında sadece içinde kendimi iyi ve rahat hissettiğim şeyleri giymeyi, almayı seviyorum her kadın ya da aslında her insan gibi. Eskidenmiş o kadınlar alışverişi sever lafları. Artık erkekler de seviyor alışveriş yapmayı en az kadınlar kadar. Tüketim çılgınlığı sadece duygularımızı değil bütçelerimizi de tüketiyor son hızla. Eskimeden bir yenisini alıveriyoruz hemen tıpkı sevmeye fırsat bulamadan, fırsat vermeden vazgeçtiklerimiz gibi. 

Yazdan kışa, kıştan yaza geçerken temizlik yaparım dolaplarımda. Giyilmeyen ayakkabılar ve kıyafetler yeni sahiplerine gönderilmek üzere ayrılır her mevsim dönüşlerinde. Hepsi de daha dün alınmış gibi yepyenidir. Nasıl eskisin ki 5-10 kereden fazla giyilmiyorlar ki. Tam birbirimize alıştık derken hop bir yenisi geliyor eskisinin pabucu dama atılıyor. Bildiğin israf, bildiğin ziyan... Sürekli bir şeyler almanın en kötü yanı da ondan bir öncekinin hemen unutuluyor olması. Alternatifimiz çok olunca elimizdekilere kıymet vermeyi unutuyoruz ya da hiç gerek duymuyoruz. Çeşit bol olunca bir tanesiyle ömür geçirmeye gerek yok diye düşünüyoruz belki de ;)

Para yerine kullanılan o plastik kartların, bu duruma gelmemizdeki katkısını da göz ardı etmemek lazım. Hayatımı kolaylaştıracağını düşündüğüm o kartı alana kadar cebimde param varsa sahibiydim istediklerimin. Oysa şimdilerde param olmasa da sahibim gördüğüm, beğendiğim her şeye. Ben onlara sahibim, bankalar bana. Belirli bir gelir düzeyine sahip olmayan bütün insanlar gibi ben de ayağımdan prangalıyım bankalara... 

Hem tüketim toplumunun bir ferdi olmaktan hem de kazandıklarımın bana ulaşmadan bankalar arası gezmesinden bıktığım için artık almıyorum. İhtiyacım olan bir şey olduğunda bile düşünüyorum almadan bir alternatif bulabilir miyim diye. Çünkü gerçekten almanın bir sonu yok ama bahanesi çok...

Meğer almak değil o kadar mağaza gezip bir çöp dahi almadan çıkmakmış asıl mutlu eden insanı. Bir çift ayakkabı 250 TL ( indirimde üstelik ) kendini kontrol edebildiğini görmek ise paha biçilemez ;)

25 Ekim 2012 Perşembe

Gülümse çekiyorum...

Bir gülüşle başladı hem varoluşum hem de sonum...

O kadar güzel gülüyordu ki en çok da gözleri ısıtıyordu içimi gülerken...

Tehlikenin kokusunu taşıyordu aslında gülüşünde benim görmezden geldiğim...

"Dokunma! Yanarsın!" dediler ama bilmiyorlardı ki ben dokunmadan yanmıştım üstelik hoşuma da gitmişti bu yanış...

"Gülüşüme kanma, hiç bir zaman senin olmayacağım. Misafirim ben ve biraz kalıp gideceğim gülüşümü de alarak" diyordu sanki tatlı tatlı gülümserken yüreğimi ne kadar incittiğini fark etmeden...

Fazlasını istememeyi, beklememeyi öğretti bana o gülüş... 

Ağlarken gülmeyi - gülerken ağlamayı...

Kahkaha atmadan sevmeyi...

Acı çekerken yüzünde bir tebessüm taşımayı...

Gün gelip bir gülüşe de hasret kalabiliyormuş insan, bir gülüşün kokusuna da...

Hafızamdaki gülüşünü fotoğraflayıp çerçeveledim yüreğime... Özledikçe aralayıp bakıyorum ve ağlarken gülümsüyorum...

Senin anlayacağın çok fotojenik bir acı çekiyorum bu günlerde...




19 Ekim 2012 Cuma

Bu aralar kimseler dokunmasın huzuruma...

Sonunda şehrime döndüm... Yorgun ve bitmiş bir bedenim olsa da tam zamanında (iyi ki) gitmişim bu şehirden. En azından ruhumu yormadım bedenim kadar...

Son yıllarda nedendir bilmem ne zaman İstanbul'a gitsem mutlaka keyfimi kaçıracak bir haber alıyorum. Bu sefer de gelenek bozulmadı. 13. Cuma gibi oldu İstanbul'la kavuşmalarımız. İlla bir terslik, bir huzursuzluk olmalıymış, sanki bu bir kuralmış gibi bir şeyler oluyor. Var bir terslik ama bende mi yoksa İstanbul da mı bilmiyorum. Bir güç bizim mutlu olmamızı istemiyor ama orası net :)

Hayata karşı isyanlarım, sitemlerim olsa da asla vazgeçmedim mücadeleden. Hani derler ya "benimki lafta" işte aynen benimki de öyle, sadece lafta. Söz konusu hayatımsa pes etmek gibi bir şeyi hiçbir zaman düşünmedim. Hep mücadele, sonuna kadar mücadele. Öyle kodlanmışım sanki, her darbeden sonra ufak bir sarsıntı oluyor sonra kaldığı yerden devam ediyor mücadele. Belki de böyle olmasının en büyük nedeni arkamda güvenebileceğim kimsenin olduğunu düşünmeyişimdir. Şu hayatta doğruluğuna inandığım sözlerden biri de "tırnağın varsa başını kaşırsın". Çünkü hayatım hep başımı kaşımakla geçti ;)

Buraya kadar bir sıkıntı yok aslında. Yıllardır aynı durum söz konusu olduğundan alıştım tek olmaya, yek olmaya. Sorun, insanların sürekli huzursuzluk çıkartmaya çalışmasında. Hele bir de atsan ataman, satsan sataman türünden insanlar yapınca bunu hiç çekilmiyor hayat. Ve işte tam da o noktada başlıyor isyanlar, kırılmalar. 

Hayat artık herkes için yeterince zor. Çünkü hiçbir şey kolay ya da değerli değil eskisi kadar. O yüzden de artık huzursuzluklara, mutsuzluklara tahammül edemiyorum. Kendi mutsuzluğuma bile sinir olan ben bir başkasının hele hele kanımdan, canımdan olan birinin ne mutsuzluğuna ne de bu mutsuzluğuna beni ortak etmesine hiç gelemiyorum. İşin aslı artık o anlamda mücadeleye enerjim de yok. Hem üç günlük dünyada ne gerek var zaten bunca kalp kırıklıklarına, bunca mutsuzluğa?!...

Dışarıdan izlemek gerek bazen hayatı... Korumak, korunmak için uzak durmalı huzurunu kaçıran yerlerden, insanlardan... İşte bu yüzden iyi ki burada değildim, iyi ki sevdiğim şehirdeydim. Kaçsa da tadım içinde olmadığım için şanslıydım bir nebze de olsa ;) 

9 Ekim 2012 Salı

Yolculuk hali...

Birazdan en sevdiğim şehre doğru yola çıkacağım, en sevdiklerimi ardımda bırakıp. Her yolculuk öncesi içimi kaplayan heyecan ve huzur yine kol kola girdiler... İnsan sevdiklerine yürekten bağlı olunca gitmeler zorlaşıyor sanki....

Günlerdir erken kalkmanın ve işlerin çokluğundan olsa gerek bedenim de yorgun en az zihnim kadar. Aslında iyi de oluyor bu iş yoğunluğu, yoruluyorum ama canımı sıkan şeylerden uzak duruyorum. Oturup düşünmeye, düşünüp kurmaya ne vaktim ne de halim oluyor. 

Gidince aynı yoğunluk artarak devam edecek. Ama olsun gene de bir fırsatını bulup bir kaç dost yüzü görebilirim, bu da bana iyi gelebilir. Sevdiğim şehrin havasını solumak bile yetiyor aslında ruhumu dinlendirmeye.

Büyüyoruz ve sevdiklerimiz de bizimle birlikte büyüyor ya o yüzden uzundur yolculuk öncesi ettiğim duam "giderken ardımda bıraktıklarımı döndüğümde yine aynı bulayım Allah'ım" oluyor. Şimdi gene gidiyorum duam dilimde, uykum gözlerimde...

Geride bıraktıklarım aslında her yerde, her zaman yanımdalar...

5 Ekim 2012 Cuma

Saklandığı yerden çıkartma zamanı geldi artık...

Mutluluk dediğin şey anlarda gizli...

Bunu çok önce öğrenmiştim ben ama ne oldu, nasıl oldu da unuttum hatırlamıyorum. Ben kendi başına yetebilen, kendi başına mutlu olmayı beceribilen, kendiyle barışık biriydim. Ne oldu da kendime küstüm acaba? 

İnsanlara olan düşkünlüğüm, hayatı paylaşma isteğim mi yaptı bana bunu acaba? Paylaşmak istediğim şeyleri paylaşmak istediğim insanlarla paylaşamadığım için mi böyle oldum yoksa? Kim bilir... Ben bilemiyorum zira ya da noktaları birleştirmekte zorlanıyorum diyelim.

Daha önceki yazılarımda da defalarca söylemişimdir insan biriktirmek yaptığım en iyi şey diye ve her zaman gurur duymuşumdur hayatımdaki insanlarla. Ama gururum olan insanlar tarafından üzüldükçe ya da hırpalandıkça arttı gönlümün kırgınlığı... Dün bir dostumla sohbet ederken ben hislerimi anlatacak doğru kelimeyi bulmak için debelenirken o söyledi "gönlün kırgın" diye. Haklıydı. Doğru kelime buydu, gönlüm kırgındı. Umutlarımı, sevinçlerimi, beklentilerimi üzerlerine inşaa ettiğim insanlarım gönlümü kırmışlardı. Onlarda kabahat yok aslında. Kabahatli gene benim. Onlar bizi çok sev, önemse, değer ver ve bizim için fedakarlık yap demediler ki. Ben yaptım hep yaptığım gibi, zul gelmeden yaptım hem de her zamanki gibi. Pişman mıyım? Hayır, asla. Çünkü ben buyum. Her zaman da böyleydim. Kimileri anladı kimilerine ağır geldi işte. 

Şimdi kaybettiğim "ben"i kazanma zamanı. Bunca zaman üzüldüm, kırıldım, kızdım ama artık yeter. Daha önce nasıl yaptırsam gene yapabilirim ve ben kendi kendime yetebilirim. Mutluluğun içimde gizli olduğunu hatırlamaya başlamışken hazır harekete geçme zamanı ;) 

2 Ekim 2012 Salı

Ben de böyle değildim...

Tam da işlerimi bitirmiş çıkmaya hazırlanırken şeytan mı dürttü de buldum bu şarkıyı anlamadım ki.

Her birinde kendi yaşanmışlıklarımdan izler bulduğum ve her birini ayrı ayrı sevdiğim şarkıların sahibi bu gruba, Zakkum'a aşığım ben. 



İlk defa dinledim ve ilk seferinde ağlattı beni. Ben yazsaydım tam da böyle yazardım ama nerede ben de o yetenek. Olsun birileri yazıyor, söylüyor bana da eşlik etmek düşüyor işte.

Anlatın nolur tek tek bana
Değiştim mi ben, ben böyle miydim
Bu kadar mıydı mutlu günler
Kimim kaldı ah, beni kim dinler

Anlatın, tükendim mi ben
Ben böyle ağlamazdım yakışmazdı
İlk damla ah , ne zaman aktı
Böyle miydim, Böyle miydim

Ben böyle değildim
Böyle değildim
kaçamıyorum
buluyor beni
kendi yaşlarımla
boğuyor beni
boğuyor beni

Ah nerede yirmili yaşlarım
Yoruldu kalbim ben böyle değildim
İlk bahardım hiç üşümezdim
Buz kesiyor artık günlerim

Ben böyle değildim
Böyle değildim
kaçamıyorum
buluyor beni
kendi yaşlarımla
boğuyor beni
boğuyor beni

Durduramıyorum, yetmiyor gücüm
Liğme liğme geçen gündüzüm
Sonuna geldim, kapandı devrim
Artık dizlerimin üstündeyim

Son Söz:
"Tersten esiyor artık hayat rüzgarı
Siz bilmezsiniz ben böyle değildim"


Ben de böyle değildim... Yaş ilerledikçe yaşanmışlıkların verdiği tüm izler saçına düşen aklar, yüzündeki kırışıklar ve gözlerindeki yaşlar olarak bir bir çıkıyor gün yüzüne...