21 Ağustos 2014 Perşembe

Böyle yaşamaya alışacaksın çocuk...

Alışacaksın çocuk, kırılıp kırılıp yeniden yaşamaya
Kırıklarını kendi kendine onarmaya
Alışacaksın çocuk, insanların türlü türlü yüzlerini görmeye
Gördüğün yüzlere gülmeye
Alışacaksın çocuk, yalanlarla yaşamaya
Yalanlara inanıyormuş gibi yapmaya
Alışacaksın çocuk, güvendiğin dağlara kar yağmasına
Güvenmeden var olmaya
Alışacaksın çocuk, tek başına ayakta durmaya
Tek başına yalnızlığına sahip çıkmaya
Alışacaksın çocuk, için ağlarken gülmeye
Gülerken iyiyim demeye
Alışacaksın çocuk, tüm yenilgilere ve tüm kaybedişlere rağmen içindeki çocuğa sahip çıkmaya...

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Ucu yanık twitlerim var üstüne alınman gereken...

Günümüzde ilişkilerin de tadı kaçtı ayrılıkların da. Layıkıyla yaşayamaz olduk sevalarımızı da acılarımızı da. Teknoloji hayatımızın odak noktası halini aldığından beri tadı kaçtı hayatın. İlişkiler, dostluklar, acılar, sevinçler, ayrılıklar artık teknoloji kokuyor. Kim kimi seviyor, kim kimden nefret ediyor attığı twitlerden, yüklediği fotoğraflardan anlıyoruz artık. Sosyal ağlardan mesajlar vermekte üstümüze yok ama iş iki çift kelam etmeye gelince herkes dut yemiş bülbül kesiliyor. Eskiden güvercinle gönderilen mesajlar artık Sebastian'la gönderiliyor.Yazmaktan konuşmayı unuttuk. Hatta el yazısı bozulanlar bile var klavye kullanmaktan. Tıpkı konuşmayı unutanlar gibi...

Ayrılıkların bile eski tadı yok bu sosyal ağlar yüzünden. Bunun Facebook'u var, Twitter'ı var, Instagram'ı var ve eminim daha benim kullanmadığım pek çok ağ vardır en sosyalinden silinip atılması, temizlenmesi gereken. Silsen bir dert silmesen ayrı dert. Silsen meraktan ölüyorsun ne yapmış kimle yapmış diye. Silmesen sinir hastası oluyorsun yaptıklarını görünce. Böyle ömür mü geçer yahu? Bildiğin hastalıklı bir ruh hali bu.  Her gün mesai harcanıyor tek tek bu kahrolası ağları kontrol edeceğim diye. Bakalım kimlerle arkadaş olmuş, kimlerin fotoğraflarını like etmiş, kimi dürtmüş, onu kim dürtmüş, kime mention atmış, kimlerle nerelere gitmiş falan filan... Uçsuz bucaksız bir takip mecrası ve beraberinde gelen sinir bozukluğu. Tam anlamıyla iki ucu çoklu denklem. Tam unuttum unutacağım derken bir bakıyorsun güzel sözlerle bezenmiş bir fotoğraf yüklemiş, bir kızın/erkeğin fotoğrafını beğenmiş, ucu sana dokunan bir twit atmış, sen kendini eve kapatmış selpaklarınla bir bütün olmuşken o check-in üstüne check-in patlatırken gel de unut. Ben burada bu kadar acı çekerken onun yaptığına bak diyip döşe bakalım en okkalısından bir mesaj sonra da gelmeyen cevaba bozulsun sinirin.

Yok annem yok, böyle yaşanmıyor bu ayrılık dediğin şey. Bu sosyal ağlar varken insan nasıl unutsun, nasıl yaşasın acısını sakin sakin. Bütün gün bunlarla deşilirken o yara nasıl kabuk bağlasın? 

Ama her şeye alışan insanoğlu zamanla bunlarla da yaşamaya alışacaktır elbet seve seve ya da söve söve...

5 Ağustos 2014 Salı

Zamanı durduramasam da içimdeki çocuğu büyütmüyorum...

Yine doğum günüm, yine sorgu sual günüm. Kendimi, yaşanmışlıklarımı, gelmişimi geçmişimi gözden geçirme günü...

Daha dün gibi gözümün önünde çocukluğumun vazgeçilmez kareleri... Zaman ne vakit geçti de ben 39 yaşıma geldim hiç bilmiyorum... Ardıma baktığımda asma yapraklarının içine çamur koyup sardığımız sahte dolmaları, bir topla türlü türlü oyunlar oynadığımız, mahalle arkadaşlarımıza aşık olup birlikte oyunlar oynamak için saat saydığımız günleri görüyorum oysa. 

Her yaşın ayrı bir güzelliği ayrı bir zorluğu varmış meğer. İnsan yaşadıkça yaşlanmıyor çoğalıyormuş meğer. Ceplerindeki tecrübeleri, anıları, insanları arttıkça artıyormuş meğer... Bugün bir kez daha gördüm kendimi tam da yalnız hissederken aslında çok kalabalık olduğumu. Anılarım, anlarım, acılarım, mutlu mutsuz hatıralarım, ailem, dostlarım, arkadaşlarım hepsi hala yanımda yamacımdalarmış... Bir de kendini anlatmak için uzun cümleler kurmaya gerek olmadığını anladım bugün. Yıllarını verdiğin insanlara anlatamazken kendini bir "merhaba" nın bile anlaşılmaya yettiğini anladım, sadece bir kaç kez gördüğüm ve toplasan on cümleyi geçmeyen diyalogların yaşandığı insanların yazdığı mesajlardan. Ve anladım ki; doğru yoldayım. Tüm kayıplarıma ve üzüntülerime rağmen kazançlarım çok daha fazla ve değeri hiçbir şeyle ölçülemez...

Ama yine de bana sorsalar keşke çocuk kalsaydım derim hiç düşünmeden. O yüzden diyorum ki; keşke zaman orada donup kalsaymış ve biz hiç büyümeseymişiz.... Keşke hep annemin sesiyle başlayıp annemin öpücükleriyle bitirseydim günlerimi. Keşke hep çocukluğumuzdaki saflıkta yaşansaydı aşklar, arkadaşlıklar. Keşke kimse kendi çıkarları için çıkmasaydı insanlıktan. Keşke hep babamın küçük ama yaramaz kızı olarak kalsaydım da kimseler acıtmsaydı canımı....