31 Ocak 2014 Cuma

Her dem...

Bitmeyen bir aşk istiyorum tıpkı annemle babamın aşkı gibi. 

Ben de istiyorum ben üzüldüğümde uykuları kaçan, başımdan günlerce ayrılmayan, iyi olayım diye gözümün içine bakan bir eş...

Yaşlandığımda bana baksın diye çocuk isteyenlerden değilim ama evet, yaşlandığımda elimi tutacak bir sevdiğim olsun istiyorum.

Her şeye rağmen birbirlerinin gözlerinin içine bakmalarını, tüm zorlukları öyle ya da böyle birlikte aşmalarını, el ele verdikleri mücadeleyi imrenerek seyrediyorum her defasında. 

Aradan geçen 43 seneye ve onca sıkıntıya rağmen insanların anneme "aşk böyle bir şey işte" demesini seviyorum...

Hayatları boyunca hep mücadele etmek zorunda kaldıkları için mi böyle düşkünler acaba birbirlerine diye düşünüyorum zaman zaman. Zor kazanılan, emek verilen şeyler her zaman daha kıymetlidir ya. Şimdiki aşklar da o yüzden yalan olup gidiyordur belki. Kolay ve zahmetsiz olduğu, kazanmak, kalmak için mücadele edilmediği için kaybetmek de zor olmuyor. 

Sadece arkadaşlar, dostlar değil sevgililer de ayrılıyor artık iyi gün sevgilisi, kötü gün sevgilisi diye. Sen mutluyken, iyiyken yanında kalanlar kötü günlerinde yok oluyorlar bir anda tam da olmaları gereken zamanda. Kimse kimsenin derdine ortak olmak, yarasına merhem olmak istemiyor artık. Herkes vur patlasın çal oynasın derdinde. Eğlenmeye adam çok ama iş birlikte üzülmeye gelince her yer çıkmaz sokak...

Yalnızlığa mecbur kalışlarımız da, aşka inancımızın yitişleri de bu yüzden işte... Sadece iyi günümüzde değil kötü günümüzde de bizimle kalacak, bizimle mücadele edecek birileri kalmadığından, insanlığımızı çıkarlarımıza kurban verdiğimizden...

25 Ocak 2014 Cumartesi

Huysuz'dan Haberler...

İkibinli yıllara girdiğimizden beri sevmem çiftli yılları. Belki saçma bir batıl inanç ama hep ters gider işlerim, hayatım.

Bu sene de böyle başladı umarım devamı güzel gelir de yıkar batılımı, inancımı...

Önce babamın rahatsızlığı geldi. Basit bir fıtık ameliyatı diye gittiğimiz hastaneden doktorun "az kalsın kangren oluyormuşsun" dediğini duyarak ve Allah korudu diyerek çıktık. Burada da öğrendiklerimiz oldu ve onlar da eklendi cebimizdeki tecrübelerimize . Öğrendiklerimizi sizlerle de paylaşayım istedim belki bir gün (ki umarım olmaz) ihtiyacınız olur diye. Öncelikle özel bir hastanede fıtık ameliyatı olursanız bilmelisiniz ki devlet sadece %20 katkı sağlıyor. Hastanesine göre değişir mi çok emin değilim ama bu ameliyatlarda durum buymuş. Kardiyolojide yattığınızda, ameliyat olduğunuzda ise bu oran %100 oluyor. Eğer ameliyat öncesi gözetim altında olmanız gereken bir durumda yatarsanız hastaneye oda ücretleri de değişiyor. Adına "medical tedavi" diyorlar bu sürece ve ameliyat sonrasında kaldığınız süre içerisinde ödediğiniz rakamın neredeyse %80 fazlasını ödemeniz gerekiyor. Ama en önemlisi de hastanız ameliyata alınmadan, hatta hastaneye yatmadan tüm bunları en ince ayrıntısına kadar konuşmanız gerektiğini öğrendik. Biz (bize söylenene göre) fıtık ameliyatı olacak zannederken bize bir hesap çıkarttılar evlere şenlik. Meğer babam sadece fıtık ameliyatı olmamış, meğer aynı anda 3 ameliyat yapmışlar. Meğer doktor "fıtık ameliyatı yapacağım biraz da içerisi (bağırsaklar) karışmış onu düzelteceğim derken 3 ameliyatı kastetmiş biz anlamamışız. Meğer doktor benim yanımda ameliyathaneden gün alırken bir ameliyat ismi yazdırırken, biraz uzun sürer iki saat ayırın derken bunu kastetmiş de biz bilememişiz. Meğer herkesin tıbbi terimlerden anlaması gerekirmiş... İşin en acı tarafı ise biraz üsteleyince istemiş oldukları rakamı makul bir seviyeye çekmiş olmaları. 

Doktorun iyi olmasına, hastanenin temiz ve rahat olmasına, hemşirelerin canla başla çalışmalarına söyleyecek tek lafım yok. Bu bir hasta için gerçekten çok önemli. 10 sene önce yine babam 3 ay devlet hastanesinde yatmıştı o yüzden aradaki farkı ayırt etmek bizim için çok kolay. Ama her iki hastanede de gördük ki; ya bir tanıdığın olacak ya da gözün açık olacak. Eğer susar kalırsan, hakkını aramazsan ve zorda kaldığında devreye tepeden birini koyamazsan vay haline...

İşte bu yüzden Allah kimseyi hastaneye düşürmesin ama yokluğunu da göstermesin dedim hep ve anlaşılan demeye de devam edeceğim ömrüm oldukça.

Biz sabah akşam hastanede babamla ilgilenirken bir de ev sahibimiz arayıp evi satıyorum dedi ki işte bu haber böyle bir süreçte hepimizin kalan enerjisini de aldı götürdü. Aidiyet duygusu gelişmiş bir aile olduğumuzdan kolay kolay kopamıyoruz bulunduğumuz çevreden. Annemle babam 1963 yılından, ablamla ben de doğduğumuzdan beri aynı muhitteyiz. Oysa şimdi buradan gitmek zorundayız yıllardır her haline alıştığımız, her yere yürüyerek 10 dakika olan muhitimizden. Çünkü imkanlarımız buradan bir ev almaya elverişli değil. Kendi evimizi satmak zorunda kaldığımız zaman annem tutmuştu bu evi, 13 sene önce. Şimdi istiyoruz ki gücümüz neye, nereye yeterse yine kendi evimizi alalım. İnşallah becerebiliriz de annemle babam yine kendi evlerinde oturabilirler...

Bizim evde hep böyledir işler. Bir terslik oldu mu illa devamı gelir. Ama dilerim bu tersliği fırsata çevirip ev sahibi olabiliriz. Her şerde bir hayır vardır dedikleri belki de budur...

Her gecenin bir sabahı vardır derler ya biz de sabahımızı bekliyoruz sabırla ve şükürle...

Ama tüm bunları yapabilmemiz için önce sağlık diliyorum hepimiz için... İnsanın sağlığı yerinde oldu mu kirada da yaşıyor, kendi evinde de. Sağlığın olmadıktan sonra kendi evinde olsan ne fayda...

Allah hepinize sağlık sıhhat versin...

Bir de kötü gün dostlarınız bol olsun inşallah...

10 Ocak 2014 Cuma

Eski-Yeni...



Yeni bir yıl...

Yeni umutlar, yeni hayatlar...

Yeni hikayeler...

Benim hikayelerim de aynı...

Acılarım da...

Sadece kahramanları değişiyor...

Yeni ama güzel hikayeler yazmanız dileğiyle...

İyi seneler...