3 Aralık 2013 Salı

Geçmiş zaman olur ki...

Ne varsa eskilerde var demekten alamıyorum bu günlerde kendimi...

Etrafımdaki sahte insanlardan da onların sahte duygularından da bıktım. Bıkmakla da kalmadım tiksiniyorum hepsinden. Kime inanmaya kalksam canımı yakıyor. Sevdim olmadı, takıldım olmadı, sustum olmadı, konuştum gene olmadı. Ben bu yeni "düzen" insanlarla nasıl mutlu olunacağını hiç anlamadım, anlayabileceğimi de sanmıyorum. Benim onlara ayak uydurabilmem mümkün değil. Çünkü ben seviyormuş gibi, mutluymuş gibi, inanıyormuş gibi, sorun yokmuş gibi kısacası muş gibi davranamıyorum. Çünkü ben seviyorum, inanıyorum, sorunları görüyorum, konuşuyorum ve mutsuzluğumu gizleyemiyorum. 

Çok değil daha bir kaç yıl önce mutluyduk biz. Sevinçlerimiz de hüzünlerimiz de gerçekti. Kimse kimseye muş gibi yapmıyordu ya seviyordu ya sevmiyordu. Kimse kimseyi çıkarları için tutmuyordu yanında. Herkes olduğu gibiydi. Kimse olmadığı bir bedene, ruha bürünmeye çalışmıyordu. Kimse kendi mutluluğu için bir başkasının mutsuzluğuna göz yummuyordu. Kimse iki dakikalık mutluluk için bir başka yüreği mutsuz etmiyordu. 

Öyle iyiydik biz, ya mutluyduk ya mutsuz ama iyiydik. Mutsuzluklarımızın üstünü örtmeye de çalışmıyorduk boyalarla, insanlar kendilerine malzeme yapmasınlar diye korkularımız yoktu çünkü. 

Geçmişe dönüp orada kalmak istediğim zamanlarım var benim. Gerçekten mutlu olduğum, huzurlu olduğum, inandığım zamanlarım... İnsanlara korkarak yaklaşmadığım zamanları özledim ben...

İnsanların böyle bencilleştiğini, sahtelikler içinde yaşadığını, anlık mutlulukları uğruna etrafındakileri hiçe saydığını görmeyi kabul etmiyor benim yorgun yüreğim...

Keşke bazı geçmişler hiç geçmeseymişler...

28 Kasım 2013 Perşembe

Sustuklarım...


Yazdıklarımın yanında bir de yazmadıklarım, yazamadıklarım var...

Sadece sana saklıyorum ben onları...

Hayatın içinde yoğrulduğunda ve yorulduğunda, "büyüdüm" ben artık dediğinde paylaşmak üzere şimdilik ben de emanetlerin...

Büyümek senin sandığın gibi yaşlanmak olsaydı keşke...




19 Kasım 2013 Salı

Araf...

Hep diyorum ben yorgun bir kadınım diye. Hayat ziyadesiyle yordu, yoğurdu beni. Bundan daha kötüsü olamaz dediğimde gülerek "sana öyle geliyor al bakalım" dedi hep. O dalgasını geçti ben ruhumda yarattığı dalgalarla boğuşurken. O yordukça yoğruldum ben ve bu mücadelenin sonunda da ortaya böyle yorgun ama inatçı bir kadın çıktı. 
Kimilerine göre dengesizim, ki bu doğrudur. Zaman zaman ben bile şaşırıyorum kendime. Ama bilmiyorlar ki bunun pek çok sebebi var. Anlatsam anlamazlar üstelik. Çünkü ateş düştüğü yeri yakarmış. Anlaşılmayı da beklemiyorum aslında artık, saygı duyup böyle kabul etsinler yeter. 
Kimilerine göre çok kimilerine göre "yok artık" dedirtecek hikayelerim var benim de hayata dair. 
Kimileri gülüp geçerken dertlerine kimileri de yarı deli yarı aklı başında bir hal alıyor işte ben gibi. 
Gecesi gündüzüne karışmış gibi... İki arada bir derede kalmış gibi...
Belki de sen gibi...

14 Kasım 2013 Perşembe

Duman duman yalnızlık...




Yastığa başınızı koyduğunuzda aklınıza gelen ve size tüm günün yorgunluğunu, sıkıntısını unutturan bir sevdiğiniz varsa eğer
Güne sıcacık bir "günaydın" mesaıyla başlıyorsanız eğer

En yoğun, en stresli anlarınızda varsa bir "seni seviyorum" diyeniniz varsa eğer

En hüzünlü şarkılar bile gülümsetebiliyorsa sizi şanslısınız demektir...

Arkanıza yaslanın ve tadını çıkartın...

Ama sizde benim gibi hüzünlü şarkılar dinlerken gözlerinizden akan yaşları kendiniz siliyorsanız eğer yalnızsınız demektir

Arkanıza yaslanın ve bir sigara daha yakın...


20 Ekim 2013 Pazar

Bir kadın susuyorsa vazgeçmiş demektir...

Yazamadım uzun zamandır. Yazamadım ama yaşadım. Yaşadıklarımı yazmak bile zorken hepsini sindirmeye, alışmaya çalıştım...

Twitter'dan beni takip edenler anlamışlardır az çok yine kırık dökük bir sevda hikayesi yaşadığımı, yine kırıldığımı ve kırıklarımı onarmaya çalıştığımı...

Bütün bitenler gibi ne de güzel başlamıştı oysa... 

Anlatırken gözlerimin içi gülüyormuş... Anlatırken gülüyor muydu gözlerim bilmiyorum ama ona bakarken güldüklerini biliyorum. Uzun zaman sonra gelip nasıl da sarmıştı yaralarımı hiç farkına bile varmadan ben. O yaralarımı sararken ben de ona sarılıyordum her geçen gün biraz daha sıkı. Aşık olmadım ona ama çok sevdim ve çok inandım. Aşık olmak istemiyorum çünkü artık. Aşktan ne gözüm kör olsun ne de kulaklarım sağır artık. Aşk geçiyor ama sevgi baki kalıyor ya o yüzden çok sevdim onu. Dört senedir onlar olmadan uyuyamadığım uyku ilaçlarımdan bile çok sevdim onu. İlaçlarımı bırakıp onlu düşlerle uyumaya başladım hem de hiç uyanmadan... 

Ne oldu, niye oldu derken bitiverdi. Daha fazla yıpranmamak ve yıpratmamak adına yapılması gereken tek şeydir gitmek, şayet yapabileceklerin bittiyse...

Bana hep çok konuştuğumu söylerdi. Oysaki ben ilk gün de çok konuşmuştum onu tavlamaya çalışırken ;) Evet, kabul ediyorum çok konuştum ben. Bittikten sonra da konuştum, konuştuk ama ben hep bir tık fazlaydım... Bilemedi o da diğer hemcinsleri gibi bu konuşmaların ne demek olduğunu. Bilemedi de anlayamadı da hala bir umudum ve inancım olduğu için konuştuğumu...

Şimdi susma vakti... Konuşarak anlatamadıklarımı belki sessizlik anlatır...

KADINLAR SUSARAK GİDER

Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için.

Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez.

Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der.

Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir.

Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar.

Bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar.

Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır.

Genellikle ne cevap alır? Abuk sabuk konuşma!
Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır.

Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez.

Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının.

Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur.

Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur.

Kadın susarak gider!

En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir.

O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir.

Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir.

Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir.

Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir.

Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider.

Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır.

Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir.

CEMAL SÜREYA

23 Eylül 2013 Pazartesi

...



Çok özledim...

Ve hala acıyor kırdığın kalbim...

Gözlerimde görmek istemediğin hüzünler bu sefer senin eserin...

 İyileşmeyi bekliyorum...

12 Eylül 2013 Perşembe

Bakım, onarım çalışmalarından dolayı bir süre kapalıyız...

Bir müddet kimse sevmesin beni mümkünse...

Her gelenin çok sevmesinden ve sırf çok sevdiği için canımı çok yakmasından,

Başlarken iki kişilik olan mutlulukların ilerleyen günlerde tek kişilik yaşanmasından, 

Özenle ördüğüm duvarlarımın yıkılmasından,

Verilen sözlerin tutulmamasından,

Hiçbir şey olmamış gibi yola devam edilmesinden,

Geride kalan dağınıklıklarla tek başıma mücadele etmekten,

Varken yok, yokken var olmalarından,

Önce tanımak için sonra da unutmak için uğraşmaktan,

İnandığım için kandırmaya çalışmalarından,

Sever gibi görünmelerinden,

Gelirken bambaşka giderken herkes gibi olduklarını görmekten,

Ziyadesiyle yoruldum...

O yüzden sevmesinler beni artık...

Gelmesinler gidecek olanlar artık...

Söylediklerini gerçekten hissetmeyenler artık hiç zahmet buyurmasınlar...



29 Ağustos 2013 Perşembe

Ba(ğlı)zı duygular...

Aşk bağlılık mıdır?

Aşık olduğuna mı bağlanır insan yoksa yürekten bağlı olduğuna mı aşık olur?

Aşk mıdır yoksa bağlılık mı çiftleri bir arada tutan şey?

Her aşık olduğuna bağlı mıdır insan yürekten ya da her bağlı olduğuna aşık olabilir mi?

Yoksa önce aşık olup sonra mı bağlanır insan?

Aslında bağlılık da değil adı bağımlılık...

Aşık olmanın bir sonraki evresi bağımlılık...

İnsanları benliklerinden çıkartan, ben kimim, neler yapıyorum dedirten sakıncalı evre...

Aşk biter belki gün gelir ama o bağımlılık ya da bağlılık dediğin şey bitmiyor kolay kolay. Ne kendi bitiyor ne çilesi, ne nefreti... Çektirdikçe çektiriyor her iki tarafa da. 

Dozunda yaşayacaksın her şeyi. Aşkı da, nefreti de... Ne aşktan dönecek gözün ne de nefretten... Ne aşık olmak seni bağımlı hale getirecek ne de nefretin yüreğini çürütecek...

Aşk güzel bağımlılık kötü...

Aşk doyurur bağımlılık çürütür...

Aşk tatmin eder bağımlılık hasta...

Ne zaman ki farkına vardın bir adım ötesine geçtiğinin, aşık değil bağımlı olduğunun işte o zaman ardına bile bakma kaç, git oradan... 

Alışkanlıklarının seni bağımlı yapmasına sakın izin verme. Belki de geçmişten gelen, tamamlayamadığın, yaşayamadığın eksik duygularındır sana bunu yaptıran ama sen sakın kanma onlara!!!

23 Ağustos 2013 Cuma

Başa bela yürek...

Yüreğimizin götürdüğü yere gitmekten vaz mı geçsek acaba artık? Zira gidiyoruz da ne oluyor diye düşünmeye başlıyor insan bir müddet sonra. Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz misali...
Bugüne kadar hep yüreğimin peşinden gittim. Önünü ardını düşünmedim pek, sonu ne olacaksa olsun dedim düştüm yollara. Yaş ilerleyip de yaşanılan hayal kırıklıkları çoğalınca ister istemez düşünmeye ve sorgulamaya başlıyor insan hem kendini, hem yaşadıklarını hem de yaşatanları. Çıkan sonuç ne yazık ki çok da iç açıcı değil. Sonuç hep mi hüsran olur be kardeşim? 38 yıllık hayatta eş, dost, akraba hepsi mi üzer insanı? Herkes mi bencil, çıkarcı ve yalancı olur? Bir de tabi insan bu kadar kötü ya da yanlış tercihi nasıl yapar? Elbette beni yanıltmayan insanlarım da var, sayıları iki elin parmaklarını geçmese de iyi ki varlar onlar...
Ama yeter da!!! El insaf!!! Ben de sizler gibi Allahın bir kuluyum, kendi yağında kavrulmaya çalışan, kimseye bilerek bir zararı dokunmayan ve tek amacı güzel yaşamak olan... 
Anlamıyorum ki ne geçiyor eline beni üzünce, kandırınca. Gelip de bir insanın duygularıyla oynayıp, hayatını alt üst edince gurur mu duyuyorsun kendinle kurban listene bir isim daha eklediğin için? 
Ben kendi adıma yoruldum artık insanlar hakkında hayal kırıklığına uğramaktan ama bakıyorum sen hiç yorulmak bilmiyorsun. Sürekli birilerinin hayatına girip alt üst etmek hobilerin arasında. Hoşuna gidiyor ardında bir harabe bırakmak sanırım. Kimilerinin var oluş sebebi de bu olsa gerek. 

- Ne iş yaparsın? 
- İnsanların hayatlarının içine ederim. 
- Aferim böyle devam et...
Ona güvenme, buna güvenme, bana güvenme hatta babana bile güvenme. E biz kime güveneceğiz bu hayatta? Güvenmeden olmuyor ki bu canına yandığımın dünyasında. 
Kendime not: O çok kıymet verdiğin ve korumaya çalıştığın yürek başına bela üstüne bela açıyor. Biraz dinlendir hem onu hem de kendini. Çık biraz hava al... Bırak o da dinlensin, atsın üzerindeki yorgunluğu...
Keşke biraz yağmur yağsa da serinlese yüreğim...

13 Ağustos 2013 Salı

Papatya sevda(m)...

Yok annem yok artık sevmeyi de beceremiyoruz biz. Bakıyorum hatta bakmakla kalmayıp bizzat içinde yaşıyorum ve artık eminim, gerçekten sevmeyi beceremiyoruz ya da sevgi nedir bilmiyoruz. Birini ya seversin ya da sevmezsin. "Bugün seviyorum ama dün sevmiyordum" hatta "şu anda sevmiyorum" ne demek biri bana anlatsın vallahi sevaptır, zira benim yaşlı kafam anlamıyor bu ve benzeri durumları.

Hatta mümkünse biri beni siyah beyaz filmlerin çekildiği dönemlere götürsün ve orada bıraksın. Sevdiği için her şeyi yapan kocaman yürekli adamların yanına gitmek istiyorum ben. Sevgilerin gerçek olduğu, insanların çocuklarına anlatacağı güzel ve saf hikayelerinin olduğu ve bu kadar dejenere olmadığı dönemde yaşamak istiyorum ben. Sandığı açtığımda can yakan anıların değil, mis gibi anıların kokusu yayılsın istiyorum etrafa.

Nasıl oluyor da aniden yıldırım aşkına yakalanmışken bir anda düşman kesiliyor insanlar? İnsanlar nasıl sensiz kalırsam yaşamam derken daha dün, git başımdan deyiveriyor bugün? Belki de her şeyin aniden olmasıdır tüm bu sevgiyi bilmezliğimizin nedeni. Daha seviyor muyuz sevmiyor muyuz bilmezken boyumuzdan büyük aşklara kalkışıyoruz ve sonra da bir anda tuzla buz oluyoruz. 

Sevmeyin bence emin değilseniz, kimsenin günahına da girmeyin, ahını da almayın. Hemen sevmek zorunda olmadığınız gibi bunu kelimelere dökmek, allayıp pullamak zorunda da değilsiniz. Hissetmiyorsanız girmeyin boyunuzdan büyük sevdalara, sonra çamura saplanır kalırsınız. Ha yok, ben seviyorum arkadaş bunu da korkmadan söylerim diyorsan ve söylüyorsan da gereğini yapıp "adam" gibi seveceksin. Söylemekle de kalmayıp hissettireceksin. 

Öyle seviyorum demekle de olmuyor ne yazık ki. Huzurunu kaçırmayıp, huzuruna huzur katacaksın. Uykusuzluğunun sebebi değil, düşlerinin ortağı olacaksın. Sonu değil, kahramanı olacaksın her daim yeni başlangıçların...

Tabii tüm bunları yerse yapacaksın. Yok, yemiyor diyorsan da toz olacaksın annem... 

Ya hep olacaksın ya da hiç... 

Karar senin... 

İyi düşün öyle gel...

Papatyaların suçu ne sahi?!

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Düşsel avuntular...

Zamanım yok yazamıyorum diyordum şimdi de zamanım çok ama ben gene yazamıyorum...

Aklımda bir sürü konu var aslında ama bir türlü kelimeleri yan yana getirmeyi başaramıyorum. Blog taslaklardan geçilmiyor. Kim bilir o taslaklar ne zaman birer yazıya dönüşecekler... Belki de hiç dönüşemeyecekler hep taslak olarak kalacaklar. Tıpkı bazı hayallerin hiç gerçeğe dönüşemediği gibi...

Böyle giderse hayal kurmaktan da vazgeçeceğim. Çünkü ne zaman hayal kursam içimde patlar hepsi bir bir. Hayat ne plan yaptırıyor ne hayal kurduruyor. Sen ne yaparsan yap o bildiğini okumaya devam ediyor. 

Bütün kış pestilimiz çıkana kadar çalıştığımız için patronumuz (hem patronum hem de 12 senelik dostum) bize kıyak geçip hayatındaki tüm aslanları tatile götürecekti. Zaten topu topu bir ayımız var biraz nefes almaya sonra yeni dönemle birlikte yeni bir yoğun ve zorlu hava dalgası bizi bekliyor olacak ama işte olmayınca olmuyor. Günler öncesinden rezervasyonlarımız yapıldı hatta gittiğimizde bizler için yapılacak pastanın siparişi bile verildi, biletlerimiz alındı geriye sadece hayal kurmak ve beklemek kaldı... 

Hep mi bir aksilik olur ama kardeşim. Biz heyecanla kendimizi serin sulara bırakmanın, birlikte güzel ve dolu dolu vakit geçirmenin hayalini kurarken bize işaretler gelmeye başladı "siz bu tatile çıkamazsınız" diye de biz görmezden geldik ısrarla. Önce aslanlardan biri düştü ve ayağını incitti, doktora göre 10 gün atel içinde kalması ve üzerine basmaması gerek ama nerede bizim aslan iş kolik olduğundan durur mu hiç yerinde?! Sonra biletlere bir bakalım dedik bir baktık ki birimizin soyadı yanlış yazılmış birimizin de bir adı.  Düzelttirmek için acenteyi aradık ki iyi ki de aramışız, meğer THY bizim uçuşun saatini saat 16:00'dan saat 23:30'a almış da bize haber gelmemiş. Zaten topu topu 4 gün gideceğiz bir günümüz de böyle heba olmasın diye gündüz uçurun bizi dedik. Bunu da hallettik ve artık başka bir şey olmaz herhalde derken. Ekipten iki kişinin bir projeyle ilgili sunumları erkene alınıp tatilin 2. gününe denk geldi mi. Haydi sil baştan bir daha acenteyi aradık onların biletlerini değiştirdik. Gitti tatilin 2 günü ama olsun biz gideceğiz dedik bu tatile tüm gözü ve aklı kalanlara inat. 

Cumartesi günü ekibin dişi aslanları tatil için alışverişlerini yapmak ve tatil öncesi son bakımları için sokaklara dökülmüşken yok artık diyeceğimiz bir haber aldık. Biri daha bize kötü bir şaka yapmış ve aramızdan ayrılmıştı. Bizim patronun babası gece yattığı uykusundan uyanmak istememiş...  

Bütün planlar bütün hazırlıklar çöpe biz de kaldığımız yerden hayata... 

Olmuyor... Bazen sen ne yaparsan yap olmuyor. Sen istediğin kadar planlar yap, hazırlan, hayaller kur hayat istemedikçe olmuyor. Kısmet değilse eğer düş olmaktan öteye geçemiyor arzuların. Belki de böylesi güzeldir. Belki de düş olarak kalmalılar bazı arzular... Düşten gerçeğe dönseler o kadar güzel olmayacaklar belki de kim bilir...

19 Temmuz 2013 Cuma

Keşkeler çoğalıyor bazen...

Keşke hiç değişmese insanlar...

Keşke herkes ilk tanıdığımız gibi kalsa. Aradan geçen zaman bir şeyleri alıp götürmese...

Keşke ilişkilerdeki o ilk günlerin büyüsü hiç bozulmasa...

Keşke kimse bir anda vazgeçmese emek vermekten, sevgisini göstermekten...

Keşke sahiplenmekle bir anda freni boşalmış araba gibi boşluğa savrulma hissi arasındaki farkı bilse herkes...

Keşke özlüyorumla aklıma bile gelmiyorsun arasındaki insanı inciten o ince çizginin hatlarını görebilseler...

Keşke sevdalar bu kadar sabun köpüğü olmasa...

Keşke sandık aralarında saklı kalmış aşkın kokusu sarsa herkesi...

Keşke ilk gün sevdiği gibi sevse herkes karşısındakini...

Keşke yalanlara, riyalara, bir anlık heveslere kurban edilmese sevdalar...

Keşke dün "canım" olan bugün "canın çıksın" olmasa...

Keşke insanlar sadece sevdiği müddetçe değil sevildiği müddetçe de mutlu olabilse...

Keşke heves ile sevda ayrımını yapabilseler birilerinin hayatlarına dalmadan önce...

Keşke sevgiler bir anda nefrete dönüşecek kadar basit yaşanmasa...

Keşke insanlar geldikleri gibi kalmayı da becerebilseler yüreklerde...

Keşke söylenen sözler çabucak unutulmasa...

Keşke insanlar tutamayacakları sözleri vermeseler ve sonra o sözlerin altında ezilmeseler...

Keşke herkes doğru söylemenin yalan söylemekten daha iyi ve daha kolay olduğunu kabul etse...

Keşke her zaman yeniden başlama gücünü bulabilsek...

Ama keşke hiç değişmese hep böyle kalsa insanlar... 

Keşke hiç "keşke" demek zorunda kalmasak...

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Yeşillikler içinde havasız kalmak...

Bolu'da bir oteldeyim gene iş için. Şubat ayından beri otellerde yaşıyorum neredeyse ama bu otel kadar etkilemedi hiç bir otel. Bir kez daha doğanın güzelliği karşısında şapka çıkartmak istedim. Bir kez daha anladım ki gözlerin ya yeşile ya maviye bakacak. Yıllardır kara kara binalara bakmaktan unutmuşum yeşilin güzelliğini.

Ben kayıt masasında oturmuş iş yaparken sevgilisin elinden tutup yürüyüşe gidenleri kıskanmıyorum dersem yalan olur vallahi. Ben yürüyüşe gitmekten vazgeçtim yüzünü bile göremiyorum sevdiğim adamın. O yurdumun bir köşesinde ben bir başka köşesinde debelenip duruyoruz aylardır. Hayat kolay değil işte herkes için. Kimileri yattığı yerden dünyaları kazanırken kimileri de yatacak yeri olsun diye dünyaları taşır sırtında...

Kendimi bir kavanozun içine kapatılmış hissediyorum. Oturduğum sandalyeyi hatıra diye götüreyim diyorum bu sefer. E kolay değil tam 6 haftadır günümün 16 saati sandalye üstünde geçiyor. En azından sandalyeye baktıkça evimdeki koltuğun kıymetini bilirim ;)

Şimdi burada çalışmak yerine eline kitabını alıp yeşillikler arasında uzanmak vardı ya da sevgiliyle uzun ve sessiz bir yürüyüş yapmak. O mis gibi havayı doldurmak vardı ciğerlere şimdi efkardan sigara dumanı doldurmak yerine. Yağan yağmurda ıslanmak sonra da sevgili sıcağında ısınmak da bir başka güzel olurdu...

Evet, itiraf ediyorum hem sevgilimi çok özledim hem de çok yoruldum. Güzel bir tatile ihtiyacım var ama mümkünse bir otelde olmasın bu tatil. Otel lafı duymak bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. 

Sevgilimi, müziklerimi ve ruhumu alıp gitmek istiyorum teker nereye dönerse, rüzgar nereye eserse...

11 Haziran 2013 Salı

Adı gece kokusu hüzün...

İnsanın, bütün gün kalabalıklar arasında verdiği "iyi" ya da "mutlu" görünme çabasından sıyrılıp sadece "kendi" olabildiği 

İçimizdeki melekle şeytanın kıyasıya mücadele ettiği

Keşkelerin iyi kileri yok etmeye çalıştığı

Huzurun da en az huzursuzluk kadar çoğaldığı

Yoklukların daha da derinleştiği

Acıların katmerlendiği


Şarkıların ağırlaştığı

Sözlerin yerini sessizliğe bıraktığı

Bütün günün katili

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ama hep uykuya yenik düşen

Koskoca günden bize kalan tek gerçek tek zaman dilimi 

Gece...

Peki,


Geceler neden hep hüzün kokarlar?

Belki gün ışıklarının arasında saklı duran hüzün ortaya çıkmak için karanlığı beklediğinden

Belki de gözyaşları karanlıkta görünmediğinden

Kim bilir...

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Huysuz Yollarda...

Oldum olası sevmişimdir seyahat etmeyi ama ne yalan söyleyeyim bu kadarını ben de beklemiyordum. Şubat ayında bir çıktım yola hala yollardayım. Evime, yurduma döndüğüm oluyor elbette arada ama gerçekten arada oluyor bu. Arkadaşlarımı, dostlarımı görmekten geçtim ailemi bile doğru dürüst göremez oldum. Haftada bir gün mutlaka görüştüğüm dostlarımın çoğunu dört aydır göremiyorum desem abartmış olmam vallahi. 

Eskiden telefonla aradığım insanlar bana en geç bir saat içinde dönmeyince sinirlenir, söylenmeye başlardım "böyle iş mi olur arkadaş" diye ama şimdi hepsini o kadar iyi anlıyorum ki zira sabah arayanlara gecenin bir vakti dönmüşlüğüm çoktur bu işe başladım başlayalı. O yüzden huzurlarınızda yüzüne ya da arkasından söylendiğim, saydığım ve sövdüğüm tüm eş, dost ve akrabalarımdan özür dilerim :) Meğer insan gerçekten yoğun olabiliyormuş, meğer insan yoğunluktan yemek yemek, su içmek, tuvalete gitmek gibi ihtiyaçlarını unutabiliyormuş. Meğer insan bir ay süresince her gün 3-4 saatlik uykuyla yaşayabiliyormuş. Bizzat yaşadım, test ettim onayladım. O yüzden artık telefonumu meşgule atıp bana bir gün sonra dönenlere bile bir şey demiyorum artık ;)

Bu tempoya bu beden, bu kafa ne kadar dayanır bilmem ki yavaş yavaş bünyede arazlar çıkmaya başladı. Misal sağ dizimdeki menisküsümü yırtmışım. Bunu da 10 gün önce Şanlıurfa seyahatimde fark ettim. Dizimi ne bükebiliyordum ne de açabiliyordum. Bir de ufak tefek bir şey olduğumdan arabalarda hep dip köşeye ben atıldığım için o yolculuk ızdırap halini alır haliyle. Neyse ki şimdi biraz daha iyiyim. En büyük şikayetimse zaten koyu olan göz altı torbalarımın gittikçe koyu bir hal alması ve şiş bir görünüme kavuşması. Günde 2-3 saat uyumaya, saatlerce bilgisayara bakmaya daha fazla dayanamadılar, onlar da haklılar kendilerince ;)

Çalışmaktan hiç yüksünmedim bunca yıldır ama gittikçe uzaklaştığım sosyal hayatımdan dolayı oldukça üzgün ve de endişeliyim. Çünkü ben o olmadan çok mutsuz, asabi ve saldırgan olabiliyorum zaman zaman. Saat kaçta biterse bitsin işim kendime ve sevdiklerime zaman ayırmalıyım ben. İşten eve evden işe bir hayat kesinlikle bana göre değil. Arada çıkıp bir nefes almalıyım, iki insan yüzü görüp, boş boş vitrinlere bakmalıyım. Hiçbir şey yapmasan da Tunalı'da yürümeliyim evime giderken... İşte bütün bunları yapamamak ya da koştur koştur yapmak benim için biraz can sıkıcı.

Kitaplarımı okuyamamak, yazamamak da cabası. Bu yazıya ilk başladığımda aylardan Nisan'dı mesela ve ben ancak şimdi bitirebiliyorum ki bu bitirmek de bütün günümü aldı. Tam bir sakin an yakalıyorum başına oturuyorum hooop iş çıkıyor. Şimdi herkes odasına çekildi de sakinledi biraz ortalık. 

Mesela şimdi ( an itibariyle saat 23:15 ) pek çoğunuz evlerinde ayaklarını uzatmış keyif yaparken ya da sevdikleriyle koyu bir sohbetteyken ya da derin bir uykudayken ben hala çalışıyorum son üç gündür yaptığım gibi. 

Not: Yukarıdaki parantezin içindeki saat bile en az  beş kez değişti galiba. Ay ben bir an kendime çok acıdım. İşim bitse de bir bira açsam keyfime baksam ;)

25 Nisan 2013 Perşembe

Kazandığın bir sevgili yitirdiğin bir dost olur bazen de...

En yakın arkadaşının sevgilisiyle olmak gibi bir durum var bir de içinden çıkılması güç, iki ucu çoklu denklem olan.

Kimilerine göre asla olmaması gereken bir durumken kimilerine göre ise oldukça sıradan ya da doğal olabiliyor. Belki de başa gelmeyen her duruma olabilir denildiği gibi ağızdan çıkıveriyordur sıradanlığı...

Son dönemde tanık olduğum için oturup düşündüm biraz, yok ne birazı epeyce düşündüm benim başıma gelse ne yaparım, nasıl bir tepki veririm diye. Düşünmek bile zor geldi ne yalan söyleyeyim. Ama hayat denen döngüde her şey mümkün, her şey yaşanabilir en azından bunu biliyorum tıpkı asla "asla" dememem gerektiğini bildiğim gibi.

Böyle bir durum benim için sıradan ya da doğal değil ama mümkün. Çünkü duygu denen şeyi ne anlamak ne de kontrol etmek mümkün. Sadece yaşanılan şeyin gerçek olduğuna inanmam gerekiyor galiba. Eğer ortada bir aşk varsa kabullenmek zor da gelse, kabul etmesem de saygı duyabileceğimi düşünüyorum. Çünkü aşk, en az nefret kadar saygı duyduğum, başa geldi mi kaçmanın, yok saymanın, görmezden gelmenin mümkün olmadığını bildiğim tek duygu. 

Eğer yaşanılan şey "aşk" ise zor da olsa, tuhaf da gelse, "yok canım daha neler" dedirtse de saygı duyup kabullenebilirim. Ama sırf yalnız kalmamak için, belli çıkarlar, amaçlar uğrunda yapılan bir hareketse kabullenmek şöyle dursun öfkeden gözümün döneceği, kafa göz dalmak isteyeceğim kesin. 

Başta da dedim ya iki ucu çoklu denklem... Ortada aşk var ya da yok, bir zamanlar senin ellerini tuttuğun kişinin artık en yakın arkadaşının elini tutuyor olmasını görmek insan bünyesinde nasıl bir etki yaratır bilmiyorum... Bir de işin diğer tarafı var ki o da en yakın arkadaşım dediğin insanın bir zamanlar senin tuttuğun eller olduğunu bile bile o ellere tutunması. Bence her iki taraf için de kabullenilmesi güç bir durum. Sadece insanlar yaşadıkları, içinde bulundukları dahası taraf oldukları için "aslında çok da sıradan bir durum yahu bu!" tavrı takınıyorlar. Yoksa eminim kendi başlarına gelse bu kadar soğukkanlı ve serin yaklaşamazlar. 

Başa gelmeden anlaşılması pek de mümkün olayan durumlardan biri de bu galiba tıpkı aldatma-aldanma gibi. O yüzden büyük laf etmemek gerekiyor ama gene de benden uzak dursun demek istiyorum hatta dedim gitti ;)

İnsanlar böyle bir durumun içine bir heyecanla atıyor kendini çoğu zaman da önünü ardını düşünmeden, empati kurmadan, hesap kitap yapmadan. Kazandığı bir sevgili uğruna kaybedeceği dostluğunu düşünmeden. Bir dostu kazanmanın ne kadar zor olduğunu bilmezmiş gibi, sevgili dediğinin bir gün dostunun hayatından gittiği gibi kendi hayatından da gidebileceğini , mutluluğun bir başkasının mutsuzluğu üzerine kurulamayacağını bilmezmiş gibi... 

Kaybedilen bir dostu yeniden kazanmak giden bir sevgiliyi geri getirmekten daha zordur ve dostun bıraktığı boşluk dolmaz kolay kolay...

9 Nisan 2013 Salı

Gün gelirmiş "aile ilişkileri de yük" olurmuş...

"Aile ilişkileri de yük" diye bir twit okudum tam da yaşadıklarımı adlandırmaya, anlamlandırmaya çalıştığım bir esnada. Ne de güzel anlatmış dedim hemen aldım hafızaya kaydettim...

Sağlam aile bağlarına sahip olmak demek hayatını aileye adamak demek değilmiş, geç oldu ama anladım ben sonunda. İnsan 18 yaşına geldi mi gitmeli, kendi hayatını kurmayı denemeli. Gidemediğin her yıl seni daha da bağlıyor, bağımlı yapıyor aileye. Sen onlara onlar sana yapışıp kalıyorsun. İlişkiler bağlılıktan çıkıp bağımlılığa dönüşüyor. Hele bir de zorlu zamanlar yaşamışsanız kopmak ya da kendi hayatını kurmak iyice zorlaşıyor hatta imkansız bir hal alıyor. 

"Biz bir aileyiz, birlikte atlatırız" derken bir bakıyorsun herkes senin üstünden atlayıp kendi yoluna devam ediyor. Sen onlar için kendi hayatından ödünler verirken onlar yine bildiğini okuyor bütün bencilliklerini takınarak. İyi olan onların, kötü olansa hepinizin... Kötü olanlar paylaşılırken iyi olanlar sahipleniliverir nedense. Paylaşmak güzeldir, hayat paylaştıkça çoğalır elbet ama iyisini de kötüsünü de paylaşırsan güzelleşir, anlam kazanır hayat. 

Bir orta yol olmalı herkesin kendi hayatını yaşayabildiği ama aile olmayı da unutmadığı...

Kabul etmeli ebeveynler çocuklarının da bir gün büyüdüğünü ve birer birey olduğunu...

Empati kurmayı becerebilmeli tüm bireyler. Ebeveynler çocuk, çocuklar ebeveyn olmayı öğrenmeli yeri geldiğinde...

Kırmadan, dökmeden paylaşarak, anlaşarak bencillikten uzaklaşarak yaşamalı her birey haklarını...

Sadece sevmenin yetmediğini saygı duymak gerektiğinin de farkına varmalı herkes...

Birlikte yaşıyor olmak esaret haline dönüşmemeli...

Gitmenin aslında iki dudak arasında olduğunu bilmeli kalmak için verilen çabayı unutmadan...

Herkes kendinde olanın farkına varmalı ve sıkıntılarının bedelini kimseye ödetmemeli...

Yük olmamalı kimse kimseye sevgisiyle...

Aile olmak, paylaşmak demek

Aile olmak, konuşabilmek demek

Aile olmak, sevmek kadar saygı duymak demek

Aile olmak, kötüyü paylaştığın kadar iyiyi de paylaşmak demek

Aile olmak, engel olmak demek değil önünü açmak demek

Aile olmak, aklına geldiğinde içine dolan huzur olmalı

Aile olmak, arkanda hissettiğin bir güç olmalı omzunda hissettiğin bir yük değil...


13 Mart 2013 Çarşamba

Eğer...

Hayatla dalga geçebilen biri olsaydım yine de üzülür müydüm insanların bu halsiz hallerine acaba?

Yüreğinin peşinden giden biri için çok da şaşırtıcı değil aslında içinde bulunduğum durum. Yoksa hesap kitapla işin, sevgiyse senini için aslolan her zaman 1-0 yeniksindir adına hayat denen düzen ve insanlar karşısında.

Zaman geçse de değişmiyor bazı şeyler. Karakterine dönüşüyor davranışların, duyguların. Ne yaparsan yap, ne yaşarsan yaşa, olmuyor. Bedeninden bir parça gibi oluyor bir süre sonra hissettiklerin. Kabul görmesen de yeni düzende sen "sen" olmaktan vazgeçemiyorsun.

Şaşkınlıkla bakmaya devam ediyorum her gün etrafımda olup bitenlere. Biliyorum ki ne ben değişeceğim ne de onlar. Herkes kendi inandıklarıyla, kendi doğrularıyla devam edecek yola. Bir yanında kazançları diğer yanında kayıplarıyla...

Eğer yoksa hesap kitapla işin

Eğer her insan yeni bir şans diyebiliyorsan hala tüm kayıplarına ve kazıklarına rağmen

Eğer bütün yalanlarına ve riyalarına rağmen seviyorsan insanları ve hayatı 

Eğer seni üzeceğini bile bile gidebiliyorsan inandığın doğrunun peşinden

Eğer tüm acılarına ve hayal kırıklıklarına rağmen becerebiliyorsan kahkaha atmayı

Eğer kendinden çok sevdiklerin için yaşıyorsan

Eğer kendin onarıyorsan açılan yaralarını

Eğer haykırabiliyorsan sevinçlerini ve öfkelerini

Eğer canını yakmasına rağmen hala onu özlüyorsan

Sen de benim gibi yüreğinin peşinden gidenlerdensin ve yalnız değilsin...

21 Şubat 2013 Perşembe

Bir özür borçluyum kendime...

İnsan en büyük eziyeti kendinden çekiyor aslında.

Kimse gel beni sev demiyor. Sen gidip seviyorsun olmayacak birini.

Ben mi hep olmayacak adamlar seviyorum yoksa onlar ben sevdikten sonra mı olmaz oluyorlar?

Her şeyi öğrendim de bir sevmemeyi öğretemedim yüreğime.

Sevmek gibi güzel bir duygu varken nefreti öğrenmek istemedi yüreğim. Ne nefreti ne de kin tutmayı. Hatta belki kızmayı bile. Kızıyorum, öfkeleniyorum ama hep ağır basan sevgim oluyor.

Kimseye kızmadığım, kızamadığım kadar kendime kızıp, öfkeleniyorum. 

Dilimin kemiği yok ama kalbimin kemikleri tuzla buz oldu kırıla kırala yapıştırmayı beceremedim.

Öğrenemedim onca kazığa, onca darbeye rağmen kendimi korumayı...

Herkesi sevdiğim kadar bir kendimi sevemedim...

Sevdiklerime kıyamazken hep kendime kıydım...

Herkesin yanında olmaya çalışırken kendimden uzaklaştığımı hiç göremedim...

Bulmaya çalıştıklarımı ararken kaybolmuşum içimde, kendime döndüğümde bulamadığımda anladım...

Büyümedim, büyüyemedim...

Bu saatten sonra da büyür müyüm bilemedim...


14 Şubat 2013 Perşembe

"Sevgi" günümüz kutlu olsun...

Sevgililer gününü kutlamak için illa bir sevgiliye ihtiyaç yokmuş...

Sevgilin olmasa da sana özel olduğunu, seninle hayatı paylaşmanın güzel olduğunu hissettiren insanlarla da kutlanıyormuş sevgililer günü...

Sabah kahvaltı davetiyle başladım güne sonra İstanbul'daki bir dostumdan aldım ilk mesajımı. Sevdiğim dostlarımla güzel bir kahvaltı yaptım ve ilk hediyemi açtım kahkahalar arasında...

Hem midem doydu hem de ruhum...

Tabii ki farklıdır insanın sevdiğiyle olması, kendini özel hissetmesi. Ama yoksa başını göğsüne yaslayacak bir sevdiğin dostlarına sarılırsın ve "yalnız" olsan da "tek" olmadığına şükreder ve enerji dolu başlarsın güne...

Bana "yalnız" olsam da "tek başına" olmadığımı hissettirdikleri ve her zaman yanımda oldukları için tüm sevdiklerime teşekkür ederim...

Sevgililer Günümüz kutlu mutlu olsun benim canım sevdiklerim...

Sevdiğiniz herkese sahip çıkmanız, sevilmenin tanıda varmanız ve sevdikçe çoğalmanız dileğiyle...

Sevgiler...

3 Şubat 2013 Pazar

Cinsiyetsiz dostluklar...

Sizi bilmem ama benim benim biiiirrr sürü erkek arkadaşım var. Hepsiyle de çok iyi anlaşırım ve bugüne kadar da hiç birinden yanlış bir hareket görmedim. Ki birinden hoşlanmak ya da birine arkadaştan öte duygular beslemek de yanlış bir hareket değil tamamen doğal bir durum. Sen maksadını söylersin ya da belli edersin kabul edip etmemek karşındakine kalmıştır. Bu sizin arkadaş olamayacağınız anlamına da gelmiyordur.

Üstelik erkeklerle oldum olası daha iyi anlaşmışımdır. Bu kadınlarla anlaşamadığım anlamına gelmiyor elbette ama dostlarım dışında arkadaşım dediğim kadınlar tarafından çeşitli vakitlerde çeşitli darbeler aldığım gerçeğini de değiştirmiyor. Bir erkek sevgilin olmadığı sürece yakmaz canını, seni bilerek kırmaz, incitmez genelde. Ama söz konusu bir hemcinsinse durum biraz farklı. Arkadaş da olsanız potansiyel bir rakipsinizdir hele bir de özgüveni eksikse vay haline... İşte belki de bu yüzden erkeklerle daha iyi anlaşıyorumdur. Çünkü ben onlar için potansiyel bir sevgili adayı da olsam asla bir rakip değilim ;)

Ama nedense kimilerine göre şu dünyada her şey oluyor da nedense bir kadın ve bir erkekten dost/arkadaş olmuyor. Dayandıkları tek gerekçe de; taraflardan birinin kesinlikle başka bir duygu taşıdığı. Ve bu taraf nedense hep erkek tarafı oluyor ve nedense bu paragrafta bahsi geçen kimileri de aynı erkekler oluyor. Garip bir tesadüf değil mi? 

Bir erkek çıkıp da "kadınla erkek dost/arkadaş olamaz" dediğinde verdiğim mücadeleden vazgeçtim artık. Çünkü genelde bunu savunan erkek karşısındaki kadınları hep bir potansiyel "sevgili adayı" ya da "takılmaya uygun bir kadın" olarak görüyordur ya da kabaca götürmek için fırsat kolluyordur. Senin bir erkekle arkadaş olacağına inanmayan adamı gün gelip de bir bayanla gördüğünde ya da bir bayandan bahsettiğinde "kim o?" sorusuna "arkadaşım" olarak cevap vermesi de biraz ironik değil mi? Hani bir kadınla bir erkek olamazdı, hani altında mutlaka başka bir amaç vardı? Şimdi sende yoksa o başka amaç o zaman karşındaki arkadaş da var dediğinde nedense hemen savunmaya geçerler asla olmaz diyenler ve bir anda arkadaş oluverirler bir kadınla. Hatta biraz daha ısrar etsen konuda yıllar öncesine dayanan, deriinnn bir arkadaşlıkları olduğunu öğrenirsin.

Sen olamıyorsun diye kimse olamaz diye bir kural yok. Sen karşına çıkan her kadınla bir şey yaşamış, yaşayacak ya da yaşıyor olabilirsin ama bu herkesin aynı olduğu anlamına gelmiyor. O yüzden rahat ol arkadaşım! Yaşanmışlıklara, yaklaşımlara ve arzuya göre bir kadınla bir erkek yar da olur yaren de... 

Mesele belki de KADIN ve ERKEK olmaktan çıkıp, cinsiyetlerden sıyrılıp sadece İNSAN olabilmektedir kim bilir...

19 Ocak 2013 Cumartesi

İnsanlar...

Sevenler ve sevilenler...

Özleyenler ve özlenenler...

Arayanlar ve aramanın ne demek olduğunu bilmeyenler...

Mesaj atanlar ve mesajları görmezden gelenler...

Gidenler ve kalanlar...

Vefalılar ve nankörler...

Unutulanlar ve hiç unutulmayacak olanlar...

İyiler ve kötüler...

Mutlular ve mutsuz olmak için uğraşanlar...

Huyuna gidenler ve huysuzlar...

Çabalayanlar ve çabanı hiçe sayanlar...

Öğrenmeye çalışanlar ve bildiğini okuyanlar...

Ağlayanlar ve ağlatanlar...

Umurunda olanlar ve umursamayanlar...

Gülenler ve güldürenler...

Ağzını burnunu yemek istediklerin ve ağzını burnunu dağıtmak istediklerin...

Şarkı söyleyenler ve söyletenler...

Bekleyenler ve bekleyeni olanlar...

Zaman ayıranlar ve zamanından çalanlar...

Merak edenler ve merakta bırakanlar...

Sevgisine sahip çıkanlar ve sevgisizliğine bahane arayanlar...

Yanınızdakiler ve yüreğinizdekiler...

Ve,

"İyi ki tanımışım" ve "keşke hiç tanımasaymışım" dediklerimiz olarak ikiye ayrılırlar...

8 Ocak 2013 Salı

Çok şey mi istedim?


Sadece mutlu olmak istemiştim seninle...

Sabahları güne senin sesinle başlamayı, gece sesinde uykuya dalmayı

İşin koşturmacasında boğulurken sesinle nefes almayı

Ellerini tuttuğumda kendimi Süperman gibi güçlü hissetmeyi

Gözlerindeki huzurda kaybolmayı

Mutsuzken sözlerinle içimi ısıtmayı

Sen'li hayallerden biz'li düşlere geçmeyi

Geleceği düşünmeden bugünün tadına varmayı

Sarıldığımızda dünyadan, tüm dertlerden uzaklaşmayı

Zamansız sürprizler yapmanı, yapmayı

Birlikte olmak için saçma sapan bahaneler bulmayı

 Lezzetsiz ama içinde sevgimizin olduğu yemekler yapmayı

Yağmurda ıslanmayı, karlarda yuvarlanmayı

Üşüyünce birbirimizin ellerini öperek ısıtmayı

Seni her sabah öpmeye kıyamadan, öperek uyandırmayı 

Herkes kavga ederken biz birbirimize sımsıkı sarılalım 

Ve sadece mutlu olalım istemiştim seninle...