9 Temmuz 2012 Pazartesi

Evcilleşmeye alışmak...


Bir yandan içinde bizim için ne sürprizler barındırdığını bilmediğimiz geleceğimizi düşünürken bir yandan da alıştığımız hayatları sürdürmeye çalışıyoruz. Bir yandan yeniliklere koşarken bir yandan da prangalarla bağlanıyoruz geçmişlerimize. Ya ne olduğunu bilmediğimiz geleceğin kaygısını taşıyoruz içimizde ya da geçmişin ayak izlerini takip ediyoruz. 

Her şeyden vazgeçiyor da insan bir alıştıklarından vazgeçemiyor kolay kolay. Geride bırakmak zorunda olduklarımız mı üzüyor bizi yoksa alıştıklarımızdan ayrı kalmak mı? Alışmak biraz da ait olmak değil mi zaten? İnsan kendini ait hissettiklerine alışmaz mı? Kendini oraya ya da ona ait hissetmediğin şey seni üzebilir mi yokluğuyla? Alıştığın şey değil midir ait olduğun? 

Küçük Prensi okuyanlarınız hatırlayacaklardır alışmak ile ilgili bölümü ama ben gene de paylaşmak istedim belki hatırlayamayan vardır diye ;)


"”alışmak mı?” diye sordu küçük prens..

tilki devam etti:

“evet. örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. sana ihtiyacım da yok. aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. bana ihtiyaç duymuyorsun. ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak. sen benim için tek ve eşsiz olacaksın, ben de senin için.”

”..beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. şu ekin tarlalarını görüyor musun? ben ekmek yemem. buğday benim hiçbir işime yaramaz. bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. buna üzülüyorum. ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. altın renkli saçların var senin. ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim..”


sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“senden rica ediyorum. lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“elbette” dedi küçük prens. “ama pek fazla vaktim yok. yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “insanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. her şeyi dükkandan hazır alırlar. ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”

“ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“çok sabırlı olman gerekiyor. önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
ertesi gün küçük prens yine geldi.
“her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. mutluluğun bedelini öğrenirim.”
böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. ve ayrılma vakti geldiğinde “ah! sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“bu senin hatan” dedi küçük prens. “ben sana zarar vermek istemedim. seni evcilleştirmemi sen istedin.
“doğru, haklısın” dedi tilki.
“ama ağlayacağını söyledin!”

“evet, öyle.”
“o halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”

“hayır, oldu. buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım..”


İnsana verilen en büyük ceza alışmak. Önce varlığına alışıyorsun sonra da yokluğuna. Varlığıyla hayatını bambaşka yönlere götüren şeyi kaybettiğinde alıştığın düzenin bozulmasına mı üzüleceksin yoksa yitirdiğine mi? İşte bu yüzden alışmayacaksın hiç kimseye, hiçbir şeye. Alışmayacaksın ki kaybettiğinde çırılçıplak hissetmeyesin kendini ulu orta. Çırılçıplak, yalnız ve çaresiz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder