3 Eylül 2012 Pazartesi

Dokunsalar ağlayacak biri var parmak uçlarında...

İş değiştirmekle de olmadı, geçmedi içimdeki o huzursuzluk, o mutsuzluk hissi. Başka bir şey var bende adını koyamadığım, belki de koymaktan kaçındığım başka bir şey... 

Zaten oldum olası hassas, duygusal biriyimdir ama son iki haftadır iyice tuhaflaştım. İnsanın her şeye gözü dolar mı demeyin doluyormuş vallahi hatta dolmakla kalmayıp ulu orta ağlayabiliyormuş. Otobüste protez kolu ve bacağına rağmen yaşlı birine yer veren delikanlıyı gördüğümde, bir türkü duyduğumda, bir arkadaşım "ben de iyi değilim" dediğinde, kedimin yaşlı hallerini gördüğümde, okuduğum bir cümlede dağılıp gidebiliyorum etrafımdaki insanlara aldırmaksızın. 

Tatilim gelmiş dedim tatile gittim ama yok o da durduramadı içimdeki fırtınaları. İnsanın aklı rahat değilse nerede olursa olsun fark etmiyor. İçin huzurlu ve rahat değilse dünyanın öteki ucunda da olsan mutlu olman mümkün olmuyor. Gülüşlerin hep yarım, hep eksik...

Yaşlanıyor olmakla da alakalı galiba bu durum biraz da. İnsan ne olduğunu anlayamadan kırkına merdiven dayadığında sorgulamaya başlıyor gelmişini, geçmişini neredeyim, nereye gidiyorum diye. Bu sorgulamanın sonucunda bulduğu cevaplar tatmin edici değilse kızgınlık ve öfkeyle karışık bir umutsuzluk durumu ortaya çıkıyor işte. 

Kendimi böyle görmeyi hiç sevmiyorum. Son zamanlarda böyle olsam da aslında hiç de alışık değilim mutsuz, umutsuz, huzursuz birini görmeye aynaya baktığımda. Çünkü ben ne zorlu yollardan geçtim bu zamana kadar ama yine de böyle koyvermedim kendimi. Belki de hep güçlü olmaktan, hep mücadele etmekten yorulduğum içindir içimdeki havlu atma isteği. Belki de ne için mücadele ettiğimi bilmediğim içindir kim bilir... 

Öylesine bir not: Mesela bu yazı Sertap Erener'in Bir Çaresi Bulunur parçası eşliğinde okunabilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder